Ana içeriğe atla

Devlet ve Otonomi - Félix Guattari

Çeviren: Oğuz Karayemiş
Devlet kapitalistik öznelliğin üretiminde temel bir role sahiptir. Devlet her şeyin çocuksulaştırılan öznelliğin üretilmesiyle bağımlılık ilişkisi içinde geçmesi zorunluluğuna dayanan bir "arabulucu devlet", "ihtiyat devleti"dir. Devletin bu genişletilmiş işlevi, ki onun yönetimsel, finansal, militer ya da polis güçlerinden çok daha geniş kapsamlıdır, örneğin ABD'de refah devleti denilen bir destek [sübvansiyon da denilebilirdi. -çn] sistemi tarafından yürütülür. Bu bir "vadeli maaş" sistemidir; bir grubun kendini düzenlemesine, kendini biçimlendirmesine, kendini disipline etmesine sebep olan bir destek sistemi ve bir enformasyon, inceleme, denetim, hiyerarşi, teşvik vb. sistemidir. Devlet bu dallanıp budaklanma dizisi, "kolektif donanımlar" dediğimiz kurumların bu tür bir köksapıdır. Devletin merkezsizleştirmeden bahsedildiğinde korkmamasının nedeni budur. Aynı zamanda partilerin kendi programlarında öz-yönetim önerilerini içermekten korkmamasının nedeni de... Örneğin Fransa'da, siyasi partiler ve sendikalar resmi olarak kurulmuş ilişkiler sayesinde devlet tarafından tamamen desteklenmektedir.

Kapitalistlerin ve ayrıca (klasik ve/veya Marksist) sosyalist partilerin bütün tutumları, belli bir kavrayış doğrultusunda "ilerlemenin" teşvik edilerek kapitalist akışlara giriş sürecini hızlandırmaktır. Onlar için, asıl önemli olan şey devletin bu işlevinin gelişmiş olması, diğer bir deyişle, Avrupa'da varolanlar gibi klasik kolektif donanımlarda bir artışın olmasıdır. Gündelik yaşamda, arzu ekonomisinde değişiklikler yapmaya dair sorunlara gelince, bu sonraya kalabilir. Ama tarih bize bu ayrımın hiç de uygun olmadığını göstermektedir: bir toplumsal mücadelenin çeşitli aşamalar halinde kavranışı, toplumun dokusunun onarılmasına, özyönetime ve toplumsal değerli kılmaya dair sorunsalların daima ertelenmesine, sönümlenmesine götürmektedir. Burada meydana gelen şey, kapitalistik öznelliğin ve bütün toplumsal sahada kurulmuş devlet kurumlarının bu işlevinin, iktidarlarını elden bırakmaya en küçük bir niyeti olmayan yeni bürokratik kastlar ve yeni elitler lehine işlemesidir.
Şu gerçeği vurgulamalıyım ki, bu yalnızca üretim işlevleriyle ilişkili olarak yer almaz. Bizler aynı zamanda, cinsiyetimiz olmak zorunda olsun ya da olmasın kiminle ya da nasıl olacağımız konusunda, emzirmek zorunda olalım ya da olmayalım nasıl emzireceğimiz konusunda da karar vermek için refah devletine başvururuz. Devlet iktidarının bu çocuksulaştıran işlevi, davranışların ve toplumsal etkinliğin denetim şebekeleriyle sınırlanmayan son derece küçültülmüş bir düzeyde yer alır. Bu modelleme de bilinçsiz temsilleri etkiler. Belki de bu, Althusser'in "devletin ideolojik aygıtları" kavrayışı ile bu kavrayış arasındaki farkın uzandığı yerdir. Bu yalnızca toplumda somutlaşmış bu görünür donanımlara dair bir sorun değildir. Devlet ayrıca uyumlulaştırmanın görünür olmayan bir düzeyinde de işler.
Yardımsever [assistentialist] devlet, nüfusun önemli bir bölümünü ekonomik devrelerin dışına süren bir tecritin örgütlenmesi ile başlar. İkinci aşamada devlet bu insanlara yardım sunarak kurtarmaya gelir, fakat onların başından sonuna dek denetim sisteminden geçmesi koşuluyla... Tek gerçek otonomi ve yaşamın hakiki bir yeniden sahiplenilmesi, bireylerin, ailelerin, temel ve birincil toplumsal grupların kendi mahallelerinde istedikleri kurumları kendileri için seçebilmeleri ölçüsünde olabilir. Yani sorun, bu sorunsalların yönetiminin, sürekli destek, bir tür psikolog ya da psikiyatrist için hizmet noktası kurulumu, devletin gelip herhangi bir yere kurduğu standartlaştırılmış kurumlar talep etmeksizin devralınması sorunudur.
Hadi Brezilya'da sol oluşumların iktidarı almada başarılı oldukları bir bilimkurgu senaryosu hayal edelim. Böyle bir durumda, hemen onlara şu soruyu sormak gerekecektir: "Niyetiniz Avrupa çizgisinde bir modernist rotayı takip etmek midir?" Bu, insanların mükemmel maaşlar ve statüler ile çok iyi inşa edilmiş kurumlara sahip olacakları anlamına gelecektir. Fakat bu aynı zamanda, tümüyle ezilmiş özneleşme tarzları üretmek için hepsinin makinedeki işçilere dönüşeceği anlamına da gelecektir.
Eğer otonomi sürecinin olumlanması ile mücadele için devasa makinelerin varoluşun gibi iki tip hedefin bir arada varoluşu engellenmeye devam ederse, izlenimim şu ki, ne yazık ki büyük sorunların yönetimine bakacak ve tüm azınlıklarla ilgilenecek olan, ister sağdan ister soldan olsunlar, aynı tür siyasi oluşumlar olacaktır. Duruma bağlı olarak, bu oluşumlar "Rahat olun, azınlıkların sorunlarını çözümleyeceğiz" diyecek ve çeşitli bakanlıklar bir gecede ortaya çıkacaktır: siyahlar, kadınlar, deliler vb. için bakanlıklar. Bunu söylüyorum zira şu anda Avrupa’da şeylerin az veya çok meydana gelme tarzı budur. Bizler bakanlıklarda "Bay Müptelalar", "Kadınların Durumu Hanım", "Bay Ekoloji" vb. kişiliklere sahibiz. Marjinallikler dahi statüye sahiptir. Fakat bu tam da, onların kolektif donanımlara ve eşdeğerlerine girişinin ve belirli bağlamlarda onların kapitalistik öznelliğin üretiminin failleri yapılmasının tasdikidir. Ve bu sıklıkla şaşırtıcı belirsizlik koşullarında gerçekleşir. Kuşkusuz bizler bu iki mücadele türünü aynı anda geliştirebilen bir politik yapı icat etmekte başarısız olduk ve sanırım bunun nedeni özünde hareketlerin tükenmiş hale gelmeleriydi.
Bunu vurgulamamın nedeni, eğer her türden azınlıklar, marjinal insanlar, güvencesiz işlerde çalışanlar, hâkim yaşam ve disiplin tarzlarını reddedenler, ister kapitalist ister sosyalist olsun devlet iktidarından onlara çözümler vermesini nazikçe beklemek durumundaysa, uzun süre beklemeyi göze alacağız. Yani, bir kez daha toplumun bütün bu yaşamsal kısmının çöküş fenomeniyle karşılaşma riskini göze alacağız. Ve belki de kendimizi çok daha büyük bir riske atıyoruz: durum, sağ kanıtın, iktidarı alabilecek tanıdığımız birinden çok daha aşırı olacağı bir yön alacak. Ve sağ kanat iktidarı nasıl elinde tutacağını çok iyi bilmektedir.
Neredeyse iletilemez olanın teğetinde olan tekilleşme süreçlerinin seçim kampanyaları süresince sürdürüleceğinden nasıl emin olunabilir? Tekilliğimizin sandığa yerleştirilmesiyle mi? Oylamada mı? Tekillik parmaklarımızdan kayıp gidecektir. Böyle olunca da besbelli ki, ekonomiyi ve politikayı yöneten yasaların bilgisine göre bir toplumu, toplumsal düzeni yönetebileceğini düşünen bu tarz bir aptal, gerici rejimi devirmek istiyorsak, bu tarz bir engele karşı koymak istiyorsak, bunu kendi küçük yaylamıza şiir düzerek ya da kendimizi muhteşem hissettiğimiz küçük homoseksüel uzamlar kurarak ya da çocukların eğitimi için alternatif formüller icat ederek vb. yapmayacağız. Tüm bu şeyleri bir araya getirebiliriz, fakat bütün bunlara rağmen, Şili'de ya da diğer yerlerde iktidarları deviremeyiz. Bu durumda, dünyada oldukları yalın olgusu ile ilgilenen insanların kesin, radikal izolasyonu riskine maruz kalırız. Devlete hesap vermeksizin, nasıl düşüneceğini, nasıl konuşacağını ve nasıl sevişeceğini bilmek için devlete bağımlı olmaksızın yeryüzünde olmak, yaşamak zorunda olmak, ölmek zorunda olmak, yeniden üretmek zorunda olmak, kendi yolunu bulmak zorunda olmak son derece tekildir. Varoluşsal tekilleşme süreçleri ile toplumsal sahayı örgütleyen tüm bu muazzam, ağır, militarize, silahlı yapılar arasında total bir ayrışma riskine maruz kalacağız. Ve sonra hiç şüphesiz, toplumlarımızda işleyen barbarlık ve aptallık tarzının altını oyabilen, değişimin gerçek enerjilerine ve aygıtlar yaratmak için süreçsel dönüşümlere izin veren, yeni bir mantık, yeni bir pragmatik icat etmeye mecburuz. Benim görüşümce, şu an bunlar bizim en büyük problemlerimizdir.


Félix Guattari & Suely Rolnik, Molecular Revolution in Brazil, Semiotext(e)trans. Karel Clapsow & Brian Holmes, sf: 208-212'den çevrilmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aksiyomatik Nedir? - Alberto Toscano

Aksiyomatik, Deleuze ve Guattari tarafından, Bin Yayla ’da çağdaş kapitalizmin evrensel tarih içindeki işleyişini ve genel semiyolojisini tanımlamak için kullanılan kavramdır. Bilim ve matematiksel küme teorisinden kök alan aksiyomatik, birlikte çalıştığı terimlerin tanımlarını sağlamaya ihtiyaç duymayan ama bunun yerine verilmiş bir alandaki emirler ile kısmi norm veya buyrukların (aksiyomların) eklenmesi ve çıkarılması yöntemini ifade eder. Aksiyomlar böylece doğaları belirlenmeye ihtiyaç duyulmayan öğeler ve ilişkiler üzerinde işler. Onlar, uygulanmalarının alanlarının özellik veya niteliklerine kayıtsızdırlar ve nesnelerine, tamamen işlevsellermiş gibi, tercihen asıl özlerinden niteliksel olarak farklılaşmışlar gibi muamele eder. Aksiyomlar sırayla, belirli ampirik veya maddi durumlara uygulanan teoremlere veya gerçekleşim modellerine eşlik etmektedir.  Eğer akışları (ve onların kesim ve kırılmalarını) Deleuze ve Guattari’nin transandantal mataryalizminin temel bileşeni olarak

Köksap Nedir? - Felicity J. Colman

Köksap, nesnelerin, mekânların ve insanların en farklı ve en özdeş olanları arasında meydana gelen bağıntıları tanımlar; insanları birbirine bağlayan tuhaf olay zincirleri gibi: “ayrılığın altı adımı” [1]  hissi, “daha önce de buradaydım sanki” duygusu ve bedenler düzenlemeleri. Deleuze ve Guattari’nin “köksap” [ rhizome ] kavramı, “rhizo”nun biçimleri kombine etmek anlamına gediği ve biyoloji terimi olan "rhizome"un, kendini yatay yumru-biçimli kökü boyunca yayabilen ve yeni bitkiler geliştirebilen bir bitki formunu betimlediği etimolojik anlamından çekip çıkartılır. Bu terimin Deleuze ve Guattari’deki kullanımında köksap, şebeke biçimli, ilişkisel ve çapraz bir düşünme sürecini ve bu haritanın sabit bir varlık olarak inşasını "takip etmeyen" bir var olma biçimini haritalayan bir kavramdır (D&G 1987: 12). Kökenleri ile tek tek temellerinin izini süren bedenler ile fikirlerin düzen verilmiş soyları "ağaç biçimli düşüncenin" formları görülür ve epistem

"Hüzün geriye kalandır. Biraz blues dinleyin benim için…

Sık sık ölümün bilgisine asla sahip olamayacağımızı, çünkü asla tecrübe edemeyeceğimizi hatırlatırdı Ulus. O nedenle ancak bir başkası aracılığıyla tecrübe edebiliriz ölümü, başkasının ölümüyle bilmeye çalışabiliriz. Herkes bir şeyler yitirdi Ulus'un aramızdan ayrılmasıyla. Kimi anlaşılmaz ama değerli bulduğu bir yazarı hatırladı, kimi bir özgürlük hayaletini, kimi bir güzel meleği, kimi kendini özür borçlu hissettiği bir dostunu. Bir başkasının ölümü, yitirilenin bilgisi, yitimin hatırlattıkları... Biz ise onu kaybettiğimiz gerçeğinin ağırlığı yavaş yavaş üzerimize çökerken, bırakın anlamayı, tecrübe ettiğimiz yitimi tarif etmeye çabalamaktan bile aciz hissediyoruz. Ulus bir başkası degildi bizim için, bedenimizin bir parçasıydı. Kendimizi eksilmiş, azalmış, kırılmış hissediyoruz. Yokluğu bizi suskunlaştırıyor... Suskunluğu kabullenebiliriz, sessiz kalmayı biliriz, derdimiz bu değil. Şu an sözümüz yok ama, nasıl olsa kendi geçmişimize her baktığımızda onu da göreceğiz.