Ana içeriğe atla

Demokratik Merkeziyetçilik ve Kendiliğindelik - Félix Guattari

Çeviren: Nalan Kurunç


Politik eylem meseleleriyle ‑eğilim, grup ya da örgütlenme yöntemine karşı liderleri tanımak istemeyen veya kendi kendini ifade etmek isteyen otonom gruplar meseleleri‑ klasik bakış açısıyla ilgilenmekte ısrarcı olursak kendimizi tümden çıkmazda buluruz. Çünkü hem cömertlik ve yaratıcılık kaynakları olarak hem de kargaşa ve hakiki dönüşümlere öncülük edememe olarak görülen “kendiliğindenliğe” ya da anarşizme karşı merkeziyetçilik alanına has bir dizi düşünce kipleri arasında süregiden bir ebedi tartışma etrafında döner dururuz. Bana karşıtlık buymuş gibi gelmiyor yani, bir yanda fevkalade etkili, merkezleşmiş, fonksiyonel aygıt, öte yandan otonomi olmak üzere.

Örgütlenme boyutu otonomi meselesiyle aynı düzlemde yer almaz. Otonomi meselesi benim “otonominin işlevi” olarak adlandıracağım alana aittir ve bu işlev feminist, ekolojik, homoseksüel ve diğer gruplarda etkin bir şekilde cisimleşmiştir, ayrıca ‑ve neden olmasın?‑ PT [Partido dos Trabalhadores, Brezilya İşçi Partisi] gibi geniş ölçekli mücadeleler için olan makinelerde. Partiler ya da sendikalar gibi örgütlenmeler de “otonominin işlevinin” uygulama alanıdır. Açıklayayım: birinin bir harekette militan gibi davranması o kişiye belirli bir güvenlik elde etme olanağı sağlar böylece artık engellenmiş ve zavallı hissetmez, sonuçlarıyla beraber bazen, fark etmeden eylemlerimizde geleneksel modelleri aktarırız (hiyerarşik modelleri, toplumsal refah modelleri, belirli türden bilgiye, profesyonel eğitime öncelik veren modelleri, vs). 1960’ların derslerinden biridir bu, iddia edildiği gibi özgürleştirici eylemlerin olduğu bir zamanda klişeler farkında olmadan yeniden üretilmişti. Ve bu konu değerlendirmenin önemli bir veçhesidir, çünkü tutucu kavramlar kurtuluş sürecinin gelişimine hiç de uygun değildir.

Dolayısıyla, mesele örgütlenmemiz gerekip gerekmediği değil, örgütlenmelerdeki militanlık dâhil, gündelik eylemlerimizde hâkim özneleşme kiplerini yeniden üretip üretmediğimizdir. “Otonominin işlevini” tam da bu terimlerle ele almalıyız. O mikropolitik düzeyde vuku bulur, anarşiyle ya da demokratik merkeziyetçilikle hiçbir ilgisi yoktur. Mikropolitika toplumsal toplanışların [assemblage] kapitalizm dâhilindeki öznellik üretimlerini değerli kılma olasılığıyla ve militan harekette genellikle bir tarafa konulan sorunsallar ile baş etmelidir.

Bana göre, yeni türden bir tasarımın oluşturulmaya çalışılması gerekiyor, benim yeni bir kartografi olarak adlandırdığım bir şey. Ve bu sadece basitçe merkezileşmiş aygıt ile tekilleşme sürecinin bir aradalığına dair bir şey değil, çünkü gün bittiğinde, Leninistler daima aynı söyleme başvurur: bir yanda Parti, Merkez Komite ve Politbüro öte yanda, herkesin kendi küçük işini yaptığı, kendi bahçesini ekip biçtiği kitle örgütlenmeleri. Bunların arasında da “aktarım kayışları”: görevler hiyerarşisi, mücadele araçları hiyerarşisi ve aslında bir öncelik düzeni ki bu düzen, her daim merkezi araçlar aracılığıyla moleküler devrim mücadelelerinin manipüle ve kontrol edilmesine yol açar.
Lula ve Guattari

Kapitalizmin ve emperyalizmin mevzilerini altüst etmek için gereksindiğimiz mücadele için makinelerin, savaş makinelerinin inşasının, belirli liderler ve temsilcilerin biçimlendirdiği bir programın parçasını oluşturmak gibi sadece politik ve toplumsal hedefleri olamaz. Otonominin işlevi, merkeziyetçiliği bir tutam otonomiyle yumuşatmak için başvurulan basit bir müsamaha derecesi değildir. İşlevselliği, arzunun tüm uyarımlarının ve tüm zihinlerin yakalanmasını mümkün kılmaktır, onları ağaç biçimli tek bir merkezi bir noktada biraraya getirmek değil, dev bir rizoma yerleştirmektir, bu sayede tüm toplumsal sorunsalları hem yerel hem bölgesel, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde katedecektir. Örneğin, büyük teorisyenleri okumamış çocukların nasıl hissettiği konusunda ya da ırkçılık veya seksizm kurbanlarının düzeyinde. Sadece soyut duyurularda değil doğrudan, pratik, somut düzeyde.

Demokratik merkeziyetçilik meselesiyle bağlantılı olarak bilinç düzeyinde, gündelik eylem düzeyinde söylenebilir, yazılabilir, uygulanabilir olan her şey, endüstri, idari iktidar ya da devlet iktidarı gibi başka yerlerde var olan modellerin kopyaları olarak yapılandırılmıştır.

Ben arzu ekonomisi alanında kendiliğindenlik fikrine dair her şeyden uzağım:, demokratik merkeziyetçilik ağının tuzaklarının arasından geçmesi gereken bir şeyler ayırt edilmemiştir. Hiçbir zaman çeşitli otonomilerin enerjisine kanal açmanın gerekli olacağını ne düşündüm ne de yazdım; kesinlikle, çünkü bana göre tüm beşeri bilimler alanında enerji kavramını bütünüyle terk etmek gerek. Öte yandan arzu belirli türden bir üretime karşılık gelir. Arzu sonsuz bir toplanış ve yaratıcılık barındırır, fakat aynı zamanda iç patlama sürecine de girebilir. Arzu aşkına hiçbir arzu özgürleşmesi mitiyle ilgilenmiyorum.

Néstır Perlongher ile görüşme:

Néstor Perlongher: Senin önerdiğin şekilde, moleküler devrimi klasik anarşizmle ya da Troçkistlerle, Leninistlerle ya da diğer türden devrimci çabalarla nasıl ilişkilendirebiliriz?

Guattari: Temelde aralarında hiçbir bağ yok. Bütünüyle farklı fenomenlere aitler. Hatta öyle ki, özneleşme süreci ve arzunun kolektif toplanışları aynı zamanda Marksist oluşumlarda da yer alıyor, Polonya durumundaki gibi. Anarşistlerin özellikle İspanya İç savaşı sırasında bir takım girişimlerinin olduğu doğru: fakat bu anarşist, kendiliğindenci çabalar çoğunlukla yenilgi ve sterilliğe yol açtı.

Anarşistlerin daha tekilleştirici, daha özgürlüklükçü olduklarını varsayardım. Marksistlerin de kendini bir tür bürokratik libidonun doğrudan içine girdiklerini değil de daha merkeziyetçi olduklarını.

Félix Guattari & Suely Rolnik, Molecular Revolution in Brazil, Semiotext(e)trans. Karel Clapsow & Brian Holmes, sf: 245-248'den çevrilmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aksiyomatik Nedir? - Alberto Toscano

Aksiyomatik, Deleuze ve Guattari tarafından, Bin Yayla ’da çağdaş kapitalizmin evrensel tarih içindeki işleyişini ve genel semiyolojisini tanımlamak için kullanılan kavramdır. Bilim ve matematiksel küme teorisinden kök alan aksiyomatik, birlikte çalıştığı terimlerin tanımlarını sağlamaya ihtiyaç duymayan ama bunun yerine verilmiş bir alandaki emirler ile kısmi norm veya buyrukların (aksiyomların) eklenmesi ve çıkarılması yöntemini ifade eder. Aksiyomlar böylece doğaları belirlenmeye ihtiyaç duyulmayan öğeler ve ilişkiler üzerinde işler. Onlar, uygulanmalarının alanlarının özellik veya niteliklerine kayıtsızdırlar ve nesnelerine, tamamen işlevsellermiş gibi, tercihen asıl özlerinden niteliksel olarak farklılaşmışlar gibi muamele eder. Aksiyomlar sırayla, belirli ampirik veya maddi durumlara uygulanan teoremlere veya gerçekleşim modellerine eşlik etmektedir.  Eğer akışları (ve onların kesim ve kırılmalarını) Deleuze ve Guattari’nin transandantal mataryalizminin temel bileşeni olarak

Köksap Nedir? - Felicity J. Colman

Köksap, nesnelerin, mekânların ve insanların en farklı ve en özdeş olanları arasında meydana gelen bağıntıları tanımlar; insanları birbirine bağlayan tuhaf olay zincirleri gibi: “ayrılığın altı adımı” [1]  hissi, “daha önce de buradaydım sanki” duygusu ve bedenler düzenlemeleri. Deleuze ve Guattari’nin “köksap” [ rhizome ] kavramı, “rhizo”nun biçimleri kombine etmek anlamına gediği ve biyoloji terimi olan "rhizome"un, kendini yatay yumru-biçimli kökü boyunca yayabilen ve yeni bitkiler geliştirebilen bir bitki formunu betimlediği etimolojik anlamından çekip çıkartılır. Bu terimin Deleuze ve Guattari’deki kullanımında köksap, şebeke biçimli, ilişkisel ve çapraz bir düşünme sürecini ve bu haritanın sabit bir varlık olarak inşasını "takip etmeyen" bir var olma biçimini haritalayan bir kavramdır (D&G 1987: 12). Kökenleri ile tek tek temellerinin izini süren bedenler ile fikirlerin düzen verilmiş soyları "ağaç biçimli düşüncenin" formları görülür ve epistem

"Hüzün geriye kalandır. Biraz blues dinleyin benim için…

Sık sık ölümün bilgisine asla sahip olamayacağımızı, çünkü asla tecrübe edemeyeceğimizi hatırlatırdı Ulus. O nedenle ancak bir başkası aracılığıyla tecrübe edebiliriz ölümü, başkasının ölümüyle bilmeye çalışabiliriz. Herkes bir şeyler yitirdi Ulus'un aramızdan ayrılmasıyla. Kimi anlaşılmaz ama değerli bulduğu bir yazarı hatırladı, kimi bir özgürlük hayaletini, kimi bir güzel meleği, kimi kendini özür borçlu hissettiği bir dostunu. Bir başkasının ölümü, yitirilenin bilgisi, yitimin hatırlattıkları... Biz ise onu kaybettiğimiz gerçeğinin ağırlığı yavaş yavaş üzerimize çökerken, bırakın anlamayı, tecrübe ettiğimiz yitimi tarif etmeye çabalamaktan bile aciz hissediyoruz. Ulus bir başkası degildi bizim için, bedenimizin bir parçasıydı. Kendimizi eksilmiş, azalmış, kırılmış hissediyoruz. Yokluğu bizi suskunlaştırıyor... Suskunluğu kabullenebiliriz, sessiz kalmayı biliriz, derdimiz bu değil. Şu an sözümüz yok ama, nasıl olsa kendi geçmişimize her baktığımızda onu da göreceğiz.