Çeviren: Oğuz Karayemiş
Devlet kapitalistik
öznelliğin üretiminde temel bir role sahiptir. Devlet her şeyin çocuksulaştırılan
öznelliğin üretilmesiyle bağımlılık ilişkisi içinde geçmesi zorunluluğuna
dayanan bir "arabulucu devlet", "ihtiyat devleti"dir. Devletin
bu genişletilmiş işlevi, ki onun yönetimsel, finansal, militer ya da polis
güçlerinden çok daha geniş kapsamlıdır, örneğin ABD'de refah devleti denilen
bir destek [sübvansiyon da
denilebilirdi. -çn] sistemi tarafından yürütülür. Bu bir "vadeli
maaş" sistemidir; bir grubun kendini düzenlemesine, kendini
biçimlendirmesine, kendini disipline etmesine sebep olan bir destek sistemi ve
bir enformasyon, inceleme, denetim, hiyerarşi, teşvik vb. sistemidir. Devlet bu
dallanıp budaklanma dizisi, "kolektif donanımlar" dediğimiz kurumların
bu tür bir köksapıdır. Devletin merkezsizleştirmeden bahsedildiğinde
korkmamasının nedeni budur. Aynı zamanda partilerin kendi programlarında
öz-yönetim önerilerini içermekten korkmamasının nedeni de... Örneğin Fransa'da,
siyasi partiler ve sendikalar resmi olarak kurulmuş ilişkiler sayesinde devlet
tarafından tamamen desteklenmektedir.
Kapitalistlerin ve ayrıca
(klasik ve/veya Marksist) sosyalist partilerin bütün tutumları, belli bir
kavrayış doğrultusunda "ilerlemenin" teşvik edilerek kapitalist
akışlara giriş sürecini hızlandırmaktır. Onlar için, asıl önemli olan şey
devletin bu işlevinin gelişmiş olması, diğer bir deyişle, Avrupa'da varolanlar
gibi klasik kolektif donanımlarda bir artışın olmasıdır. Gündelik yaşamda, arzu
ekonomisinde değişiklikler yapmaya dair sorunlara gelince, bu sonraya
kalabilir. Ama tarih bize bu ayrımın hiç de uygun olmadığını göstermektedir:
bir toplumsal mücadelenin çeşitli aşamalar halinde kavranışı, toplumun
dokusunun onarılmasına, özyönetime ve toplumsal değerli kılmaya dair sorunsalların
daima ertelenmesine, sönümlenmesine götürmektedir. Burada meydana gelen şey,
kapitalistik öznelliğin ve bütün toplumsal sahada kurulmuş devlet kurumlarının
bu işlevinin, iktidarlarını elden bırakmaya en küçük bir niyeti olmayan yeni
bürokratik kastlar ve yeni elitler lehine işlemesidir.
Şu gerçeği vurgulamalıyım
ki, bu yalnızca üretim işlevleriyle ilişkili olarak yer almaz. Bizler aynı
zamanda, cinsiyetimiz olmak zorunda olsun ya da olmasın kiminle ya da nasıl
olacağımız konusunda, emzirmek zorunda olalım ya da olmayalım nasıl
emzireceğimiz konusunda da karar vermek için refah devletine başvururuz. Devlet
iktidarının bu çocuksulaştıran işlevi, davranışların ve toplumsal etkinliğin
denetim şebekeleriyle sınırlanmayan son derece küçültülmüş bir düzeyde yer
alır. Bu modelleme de bilinçsiz temsilleri etkiler. Belki de bu, Althusser'in
"devletin ideolojik aygıtları" kavrayışı ile bu kavrayış arasındaki
farkın uzandığı yerdir. Bu yalnızca toplumda somutlaşmış bu görünür donanımlara
dair bir sorun değildir. Devlet ayrıca uyumlulaştırmanın görünür olmayan bir
düzeyinde de işler.
Yardımsever [assistentialist] devlet, nüfusun önemli
bir bölümünü ekonomik devrelerin dışına süren bir tecritin örgütlenmesi ile
başlar. İkinci aşamada devlet bu insanlara yardım sunarak kurtarmaya gelir,
fakat onların başından sonuna dek denetim sisteminden geçmesi koşuluyla... Tek
gerçek otonomi ve yaşamın hakiki bir yeniden sahiplenilmesi, bireylerin,
ailelerin, temel ve birincil toplumsal grupların kendi mahallelerinde
istedikleri kurumları kendileri için seçebilmeleri ölçüsünde olabilir. Yani
sorun, bu sorunsalların yönetiminin, sürekli destek, bir tür psikolog ya da
psikiyatrist için hizmet noktası kurulumu, devletin gelip herhangi bir yere
kurduğu standartlaştırılmış kurumlar talep etmeksizin devralınması sorunudur.
Hadi Brezilya'da sol
oluşumların iktidarı almada başarılı oldukları bir bilimkurgu senaryosu hayal
edelim. Böyle bir durumda, hemen onlara şu soruyu sormak gerekecektir:
"Niyetiniz Avrupa çizgisinde bir modernist rotayı takip etmek midir?"
Bu, insanların mükemmel maaşlar ve statüler ile çok iyi inşa edilmiş kurumlara
sahip olacakları anlamına gelecektir. Fakat bu aynı zamanda, tümüyle ezilmiş
özneleşme tarzları üretmek için hepsinin makinedeki işçilere dönüşeceği
anlamına da gelecektir.
Eğer otonomi sürecinin
olumlanması ile mücadele için devasa makinelerin varoluşun gibi iki tip hedefin
bir arada varoluşu engellenmeye devam ederse, izlenimim şu ki, ne yazık ki
büyük sorunların yönetimine bakacak ve tüm azınlıklarla ilgilenecek olan, ister
sağdan ister soldan olsunlar, aynı tür siyasi oluşumlar olacaktır. Duruma bağlı
olarak, bu oluşumlar "Rahat olun, azınlıkların sorunlarını
çözümleyeceğiz" diyecek ve çeşitli bakanlıklar bir gecede ortaya
çıkacaktır: siyahlar, kadınlar, deliler vb. için bakanlıklar. Bunu söylüyorum
zira şu anda Avrupa’da şeylerin az veya çok meydana gelme tarzı budur. Bizler
bakanlıklarda "Bay Müptelalar", "Kadınların Durumu Hanım",
"Bay Ekoloji" vb. kişiliklere sahibiz. Marjinallikler dahi statüye
sahiptir. Fakat bu tam da, onların kolektif donanımlara ve eşdeğerlerine
girişinin ve belirli bağlamlarda onların kapitalistik öznelliğin üretiminin
failleri yapılmasının tasdikidir. Ve bu sıklıkla şaşırtıcı belirsizlik
koşullarında gerçekleşir. Kuşkusuz bizler bu iki mücadele türünü aynı anda
geliştirebilen bir politik yapı icat etmekte başarısız olduk ve sanırım bunun
nedeni özünde hareketlerin tükenmiş hale gelmeleriydi.
Bunu vurgulamamın nedeni,
eğer her türden azınlıklar, marjinal insanlar, güvencesiz işlerde çalışanlar,
hâkim yaşam ve disiplin tarzlarını reddedenler, ister kapitalist ister
sosyalist olsun devlet iktidarından onlara çözümler vermesini nazikçe beklemek
durumundaysa, uzun süre beklemeyi göze alacağız. Yani, bir kez daha toplumun
bütün bu yaşamsal kısmının çöküş fenomeniyle karşılaşma riskini göze alacağız.
Ve belki de kendimizi çok daha büyük bir riske atıyoruz: durum, sağ kanıtın, iktidarı
alabilecek tanıdığımız birinden çok daha aşırı olacağı bir yön alacak. Ve sağ
kanat iktidarı nasıl elinde tutacağını çok iyi bilmektedir.
Neredeyse iletilemez
olanın teğetinde olan tekilleşme süreçlerinin seçim kampanyaları süresince
sürdürüleceğinden nasıl emin olunabilir? Tekilliğimizin sandığa
yerleştirilmesiyle mi? Oylamada mı? Tekillik parmaklarımızdan kayıp gidecektir.
Böyle olunca da besbelli ki, ekonomiyi ve politikayı yöneten yasaların
bilgisine göre bir toplumu, toplumsal düzeni yönetebileceğini düşünen bu tarz
bir aptal, gerici rejimi devirmek istiyorsak, bu tarz bir engele karşı koymak
istiyorsak, bunu kendi küçük yaylamıza şiir düzerek ya da kendimizi muhteşem
hissettiğimiz küçük homoseksüel uzamlar kurarak ya da çocukların eğitimi için
alternatif formüller icat ederek vb. yapmayacağız. Tüm bu şeyleri bir araya
getirebiliriz, fakat bütün bunlara rağmen, Şili'de ya da diğer yerlerde
iktidarları deviremeyiz. Bu durumda, dünyada oldukları yalın olgusu ile
ilgilenen insanların kesin, radikal izolasyonu riskine maruz kalırız. Devlete
hesap vermeksizin, nasıl düşüneceğini, nasıl konuşacağını ve nasıl sevişeceğini
bilmek için devlete bağımlı olmaksızın yeryüzünde olmak, yaşamak zorunda olmak,
ölmek zorunda olmak, yeniden üretmek zorunda olmak, kendi yolunu bulmak zorunda
olmak son derece tekildir. Varoluşsal tekilleşme süreçleri ile toplumsal sahayı
örgütleyen tüm bu muazzam, ağır, militarize, silahlı yapılar arasında total bir
ayrışma riskine maruz kalacağız. Ve sonra hiç şüphesiz, toplumlarımızda işleyen
barbarlık ve aptallık tarzının altını oyabilen, değişimin gerçek enerjilerine
ve aygıtlar yaratmak için süreçsel dönüşümlere izin veren, yeni bir mantık,
yeni bir pragmatik icat etmeye mecburuz. Benim görüşümce, şu an bunlar bizim en
büyük problemlerimizdir.
Félix Guattari & Suely
Rolnik, Molecular Revolution in Brazil, Semiotext(e), trans.
Karel Clapsow & Brian Holmes, sf: 208-212'den çevrilmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder