Godard’ın ‘’Alphaville’’ filminde, şiddetin ve Devlet’in
baskısının göstergeleri daireseldir (Örneğin
polis arabasındaki amblem)*. Aksine özgürlüğün ve kaçışın (bir kaçış
çizgisindeki gibi) göstergeleri çizgiseldir. Çünkü an(arşi) kendisini çizgisel
düzeyde gösterir… uçuş/kaçış düzeyinde… atomaltı
düzeyde. Bununla birlikte daire kapalı geometrik bir figürdür ve dolayısıyla
bir baskı ve zulüm sembolüdür(hatta bazen bunların aracıdır) : sınır ve
limitler ile göndergeselliğin sembolüdür. Dolyısıyla an(arşist) kendi hayatına evrensel bir Gönderge’ye
göre-katı bir şekilde bölümlenmiş sınırlar ve bölgeselliklere göre – yön vermeyen
kişidir. Aksine aktif bir biçimde her sabah kendi dünyasını yeniden yaratan
kişidir.
Eldridge Cleaver, Buz
üzerindeki Ruh’u (Soul on Ice) yazarken hayatında artık kendi üstünde
gördüğü kimsenin bilgisine güvenmediği bir noktaya geldiğini söyler. ‘’Düşündüm
ki’’ der,
kendi cehalet ufkumun
ötesinde sözbirliği mevcuttu. Her ne kadar evrende ne olduğunu bilmesem de
diğer insanlar muhakkak biliyordu. Bütün ABD’nin ayrılma/birleşme konusunda bir
anlaşmazlık kaosu içinde olduğunu henüz keşfediyordum. Bu şartlarda benim için
en güvenli olan şey kendimle devam etmekti. Şu netleşti ki benim inisiyatif
almam mümkündü: sadece tepki vermek yerine kendim eyleme geçebilirdim. Tek
taraflı olarak -başkaları bana katılsın katılmasın- bütün bağlılıkları, ahlakı
ve değerleri –toplumda var olmaya devam ediyor olsalar bile- reddebilirdim.
İşte bir kelime bile Nietzsche okumadan, tüm
akademisyenlerden ve Nietzscheci yazarlardan daha Nietzscheci, yani daha
an(arşik) birisi var burada.
An(arşi) öğretilemez. O bir teori değildir. Bir yaşam
biçimidir, dünyada olma biçimidir, bir tavırdır. Slyvere Lotringer bir
an(arşist)tir. İtalyan ‘’otonomcular’’ an(arşist)tir. Ve Rastafaryanlar da
kendi dilleri (bölgesel dilleri) ve yaşam biçimleriyle an(arşist)lerdir. An(arşi)
ne kadar birey tipi varsa, o kadar farklı biçim alır.
Anti-Oedipus,
aynı anda hem herkes hem de hiç kimse için yazılmış olması itibariyle
Nietzscheci bir etik kitabıdır. Bu yüzden Deleuze, eleştirilerden birine
yanıtında, kendilerinin- kendisi ve Guattari’yi kastederek- bizim bireyler
olarak Anti-Oedipus’la ne
yaptığımızı umursamadıklarını söyler. Deleuze şöyle der:
Biz bir kitabı, küçük
bir göstergesel-olmayan makine olarak görüyoruz: tek sorun şudur-Çalışır mı ve
nasıl çalışır? Sizin için nasıl çalışır? Eğer çalışmazsa, eğer hiçbir şey
olmazsa başka bir kitap alın.Diğer okuma yolu yoğunluklar üzerine kuruludur:
bir şey olur ya da olmaz.Açıklanacak, anlaşılacak,yorumlanacak hiçbir şey
yoktur.Bu bir elektriksel bağlantıyla karşılaştırılabilir.Organsız bir beden:
Bunu anında anlayan insanlar biliyorum, -kendi ‘’ alışkanlıkları’’ sayesine.
Kısacası, bunların hepsi, genel olarak dünyayla ne çeşit
duygulanımsal bağlantılar kurabileceğimize gelir. Hala kıvrak hareket edebilir
miyiz? Hala diğer arzu-makineleriyle ikindi gezintileri yapabilir miyiz?
Berenger denedi. Gerçekten yaptı. Fakat ailesi onunla uçmayacaktı.
Geçenlerde birisi bana benim an(arşi) tanımımı sordu. Cevap
vermedim: çünkü an(arşi) hayattır.
*Daireselliğin
şiddetinin başka bir örneğini Foucault'un Disiplin ve Ceza(Dicipline and
Punish,Vintage Books, N.Y söz ettiği panoptikonda bulabiliriz.
An(arşi) ve Şizoanaliz, Rolando Perez,Faşist olmayan ya da An(arşik) bir yaşam biçimine doğru ,syf:53
Yorumlar
Yorum Gönder