Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yeni Bir Tahakküm Yaratmayan Politik Eylem İçin Bir Kaç Düşünme Noktası

Siyasi eylemi her türlü birlikçi (uniter) ve bütünselleştirici paranoya biçimlerinden kurtarın;   Eylemi, düşünceyi ve arzuları, bölümlere ayırma ve piramit şeklindeki hiyerarşikleştirme yoluyla değil; çoğaltma, yan yana koyma ve birbirinden ayırarak birbirine bağlama yoluyla artırın; Batı düşüncesinin, iktidar biçimi ve gerçeğe erişme kip olarak uzun süre kutsallaştırdığı Negatif'in kategorilerinden(yasa, sınır, iğdiş etme, yokluk, boşluk) kurtulun. Pozitif ve çoğul olan şeyi tercih edin; farklılığı tekbiçimliliğe, akımları birliklere, hareketli düzenleri sistemlere tercih edin. Üretken olanın yerleşik değil, göçebe olduğunu kabul edin; Dövüşülen şey iğrenç bile olsa, militan olmak için asık suratlı olmak gerekmediğini kabul edin. Devrimci bir güce sahip olan şey, arzunun gerçeklikle bağıdır(yoksa, temsil biçimlerine sığınışı değil); Düşünceyi siyasi bir pratiğe hakikat değeri vermek için kullanmayın; siyasi eylemi bir düşünceyi gözden düşürmek için, sanki kat

Deleuze ve Guattari Bölüm 1: Bergsonculuk

Giriş Hegel ve Postyapısalcılığın Temelleri Hem karşıtlarının hem de yandaşlarının ellerinde postyapısalcılık, gücünü yanlış yollara sevk edecek tarzda ve körleştirecek tarzda bir dizi akademik tartışmanın -modernistler ve postmodernistler arasındaki, komüniteryanlar ve liberteryanlar arasındaki- içine dahil edildi. Postyapısalcılığın önemi, yeni bir karşıtlıklar dizisi ortaya konularak değil, ama sadece modernlik içinde, felsefi gelenek içinde; çağdaş toplumsal pratikler alanı içinde nüanslar ve alternatifler sunduğu kabul edilerek kavranabilir. Gilles Deleuze , Bergsonculuk Postyapısalcılığın kökleri ve onun birleştirici temeli, büyük oranda sadece felsefe geleneğe değil, özellikle Hegelci geleneğe karşıtlık içinde yatar: "Hepsinden öte, nefret ettiğim şey Hegelcilik ve diyalektikdi." der Deleuze. Öyleyse postyapısalcılığın ilk sorunu, Hegelci bir temelden nasıl kurtulunacağıdır. Châtelet: "Kesinlikle, Hegel'i görmezden gelen bir çok çağdaş felsef

Politika ve Psikanaliz

Devrimci işçi hareketine sorulan soru şunlar arasındaki mesafe farkı sorusudur:  - Sınıf mücadeleleri düzeyinde gözüken güçlerin ilişkileri, - Kitlelerin arzulanan gerçek yatırımları. Kapitalizm işçi sınıfının emeğinin gücünü sömürüyor, üretimin dayanaklarını kendi hesabına yönetip düzenliyor, ama aynı zamanda da arzulanan ekonomiye sömürülenleri sinsice telkin ediyor. Devrimci mücadele sadece gözüken güçlerin ilişkilerinin düzeyine sokulamaz. Aynı zamanda kapitalizm tarafından bulaştırılmış arzulanan ekonominin her düzeyinde gelişmelidir (Birey, çiftler, aile, okul, militan gruplar, delilik, hapishaneler, eşcinsellik vb. düzeylerinde). Felix Guattari Bu iki düzeye göre yöntemler ve mücadelenin nesneleri değişiktir. "Ekmek, barış, özgürlük..." tarzındaki objektifler güç ilişkileri alanına sokularak siyasi örgütlerin varlığını edinir ve böylece blokları oluşturan güçleri kümeler. Bu organizasyonlar "temsili" olmak zorunda, mücadeleleri düzenlemel

Felsefe Üzerine

(...) Felsefe tarihi, özel olarak düşünce üretmeye dayalı bir disiplin değildir. Daha ziyade resimdeki portre sanatı gibidir. Bunlar zihinsel, kavramsal portrelerdir. Resimde olduğu gibi, benzetmek gerekir, ama benzer olmayan yollarla, farklı yollarla: Benzerlik üretilmiş olmalıdır, yeniden üretme yolu olmamalıdır (bu durumda filozofun söylediğini yeniden söylemekle yetinecektir). Filozoflar yeni kavramlar getirirler, onları ortaya koyarlar, ama bu kavramların karşıladığı sorunları söylemezler ya da tamamen söylemezler. Örneğin, Hume, özgün bir inanç kavramı ortaya koyar, ama bilgi sorununun, bilginin belirlenebilir bir inanç tarzı olacağı şekilde neden ve nasıl ortaya çıktığını söylemez. Felsefe tarihi, bir filozofun söylediğini yeniden söylememeli, kaçınılmaz olarak sezinlettiğini, söylemediği halde söylediğinin içinde mevcut olan şeyi söylemelidir. Felsefe, her zaman kavramlar icat etmekten ibarettir. Metafiziğin aşılması ya da felsefenin ölümü gibi bir şeye ilişkin kaygım

'Acı çeken insan bir hayvan, acı çeken hayvansa bir insandır'

Francis Bacon,  Crucifixion , 1965, Oil on canvas, each panel 197.2 x 147 cm, Staatsgalerie Moderner Kunst, Munich. (...)  Çarmıha gerilmelerde onu ilgilendiren, dökülme ve teni ortaya çıkaran eğilmiş baştır. Ayrıca 1962 ve 1965 'tekilerde, haçtan bir koltuk ya da kemiksi bir pist çerçevesinde tenin kelime anlamıyla kemikten aşağı döküldüğünü görebiliyoruz. Tıpkı Kafka için olduğu gibi, Bacon için de omurga bir celladın uyuyan, masum bir kişinin bedenine sapladığı, deri içine geçmiş bir kılıçtan başka şey değildir. Hatta bazen bir kemiğin, olay-sonrasında, rastgele bir boya darbesi sonucunda eklendiği bile olmuştur. Et, ne acınası şey! Şüphesiz ki et, Bacon'ın en çok acıdığı İngiliz-İrlandalı tarzı bir acımayla, tek acıdığı nesnedir. Bu noktada, Yahudi tarzı büyük acıma duygusuyla, Soutine de aynı böyledir. Et tenin ölmüş olanı değildir, tüm acıları taşımış ve yaşayan tenin tüm renklerini üzerine almıştır. Tüm o çırpınmalı acılar ve kırılganlık, ama aynı zamanda rengi