Ana içeriğe atla

'Acı çeken insan bir hayvan, acı çeken hayvansa bir insandır'

Francis Bacon, Crucifixion, 1965, Oil on canvas, each panel 197.2 x 147 cm, Staatsgalerie Moderner Kunst, Munich.
(...) Çarmıha gerilmelerde onu ilgilendiren, dökülme ve teni ortaya çıkaran eğilmiş baştır. Ayrıca 1962 ve 1965'tekilerde, haçtan bir koltuk ya da kemiksi bir pist çerçevesinde tenin kelime anlamıyla kemikten aşağı döküldüğünü görebiliyoruz. Tıpkı Kafka için olduğu gibi, Bacon için de omurga bir celladın uyuyan, masum bir kişinin bedenine sapladığı, deri içine geçmiş bir kılıçtan başka şey değildir. Hatta bazen bir kemiğin, olay-sonrasında, rastgele bir boya darbesi sonucunda eklendiği bile olmuştur.

Et, ne acınası şey! Şüphesiz ki et, Bacon'ın en çok acıdığı İngiliz-İrlandalı tarzı bir acımayla, tek acıdığı nesnedir. Bu noktada, Yahudi tarzı büyük acıma duygusuyla, Soutine de aynı böyledir. Et tenin ölmüş olanı değildir, tüm acıları taşımış ve yaşayan tenin tüm renklerini üzerine almıştır. Tüm o çırpınmalı acılar ve kırılganlık, ama aynı zamanda rengin ve cambazlığın çekici icadı. Bacon, "hayvanlara acıyın" demez, daha ziyade, acı çeken tüm insanlar birer et parçasıdır, der. Et, insan ile hayvanın ortak bölgesi, ayırdedilemezlik bölgesidir, ressamın kendini, dehşetinin ya da merhametinin nesneleriyle özdeşleştirdiği durumun kendisi, "olgusudur". Kuşkusuz ressam kasap rolündedir, fakat Çarmıha Gerilmiş olan için hazırladığı etiyle, bu kasap dükkanında sanki kilisedeymiş gibi durur ("Resim", 1946). Bacon ancak kasap dükkanlarında dindar bir ressamdır. "Mezbahalar ve etle ilgili imgeler beni her zaman çok etkilemiştir, bunlar benim için Çarmıha Gerilmenin ifade ettiği her şeye yakından bağlıdır... Şüphe yok ki, biz etten oluşmuşuz, güç halindeki iskeletleriz. Kasaba gittiğimde neden orada, o hayvanın yerinde olmadığım sorusu beni hep şaşırtmıştır..." XVIII. yüzyıl sonunda romancı Moritz "tuhaf hisler" içindeki bir kişiyi betimler: Tecrit edilmenin en uç noktadaki duyumsaması, neredeyse hiçliğe varan bir anlam yoksunluğu; "parçalanarak öldürülen" dört kişinin işkenceli infazına katıldığı sırada yaşanan dehşet; bu kişilerin, "tekerlek üzerine" ya da tırabzana atılmış uzuvları; her birimizin bunlardan ibaret olduğuna, bütün bu saçılmış etlerden oluştuğumuza, izleyicinin zaten gösterinin, "gezgin ten yığını"nın içinde olduğuna dair kesinlik; ardından, hayvanların bile insandan oluştuğuna, bizlerin de suçludan ya da sürü hayvanından oluştuğumuza dair çok canlı bir fikir; ve sonrasında ölmekte olan hayvan karşısında duyulan bu büyülenme, "bir dana, kelle, gözler, burun ucu, burun delikleri... hayvanı gözünü kırpmadan izlerken kendini öyle kaybetmişti ki bir an için böylesi bir varlığın varoluş tarzını gerçekten hissettiğini sanıyordu... kısacası, insanlar içinde bir köpek mi yoksa başka bir hayvan mı olduğu çocukluğundan beri düşüncelerini meşgul ediyordu..." Moritz'in sayfaları harikadır. Burada, ne hayvanla insan arasında bir düzenleme, ne de bir benzerlik vardır, bu, bir zemin özdeşliği, bu, her türlü hissi özdeşleştirmeden daha derin bir ayırdedilemezlik bölgesidir: Acı çeken insan bir hayvan, acı çeken hayvansa bir insandır. Oluşun gerçekliğidir bu. Sanatta, siyasette, dinde veya başka bir alanda devrimci olup da, bir hayvandan başka bir şey olmadığı o sıradışı anın farkına vararak, ölen danaların sorumluluğunu değil de, ölen danalar karşısında sorumluluk hissetmeyen biri var mıdır?

Gilles Deleuze, Duyumsamanın Mantığı, syf 30,31,32

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aksiyomatik Nedir? - Alberto Toscano

Aksiyomatik, Deleuze ve Guattari tarafından, Bin Yayla ’da çağdaş kapitalizmin evrensel tarih içindeki işleyişini ve genel semiyolojisini tanımlamak için kullanılan kavramdır. Bilim ve matematiksel küme teorisinden kök alan aksiyomatik, birlikte çalıştığı terimlerin tanımlarını sağlamaya ihtiyaç duymayan ama bunun yerine verilmiş bir alandaki emirler ile kısmi norm veya buyrukların (aksiyomların) eklenmesi ve çıkarılması yöntemini ifade eder. Aksiyomlar böylece doğaları belirlenmeye ihtiyaç duyulmayan öğeler ve ilişkiler üzerinde işler. Onlar, uygulanmalarının alanlarının özellik veya niteliklerine kayıtsızdırlar ve nesnelerine, tamamen işlevsellermiş gibi, tercihen asıl özlerinden niteliksel olarak farklılaşmışlar gibi muamele eder. Aksiyomlar sırayla, belirli ampirik veya maddi durumlara uygulanan teoremlere veya gerçekleşim modellerine eşlik etmektedir.  Eğer akışları (ve onların kesim ve kırılmalarını) Deleuze ve Guattari’nin transandantal mataryalizminin temel bileşeni olarak

Köksap Nedir? - Felicity J. Colman

Köksap, nesnelerin, mekânların ve insanların en farklı ve en özdeş olanları arasında meydana gelen bağıntıları tanımlar; insanları birbirine bağlayan tuhaf olay zincirleri gibi: “ayrılığın altı adımı” [1]  hissi, “daha önce de buradaydım sanki” duygusu ve bedenler düzenlemeleri. Deleuze ve Guattari’nin “köksap” [ rhizome ] kavramı, “rhizo”nun biçimleri kombine etmek anlamına gediği ve biyoloji terimi olan "rhizome"un, kendini yatay yumru-biçimli kökü boyunca yayabilen ve yeni bitkiler geliştirebilen bir bitki formunu betimlediği etimolojik anlamından çekip çıkartılır. Bu terimin Deleuze ve Guattari’deki kullanımında köksap, şebeke biçimli, ilişkisel ve çapraz bir düşünme sürecini ve bu haritanın sabit bir varlık olarak inşasını "takip etmeyen" bir var olma biçimini haritalayan bir kavramdır (D&G 1987: 12). Kökenleri ile tek tek temellerinin izini süren bedenler ile fikirlerin düzen verilmiş soyları "ağaç biçimli düşüncenin" formları görülür ve epistem

"Hüzün geriye kalandır. Biraz blues dinleyin benim için…

Sık sık ölümün bilgisine asla sahip olamayacağımızı, çünkü asla tecrübe edemeyeceğimizi hatırlatırdı Ulus. O nedenle ancak bir başkası aracılığıyla tecrübe edebiliriz ölümü, başkasının ölümüyle bilmeye çalışabiliriz. Herkes bir şeyler yitirdi Ulus'un aramızdan ayrılmasıyla. Kimi anlaşılmaz ama değerli bulduğu bir yazarı hatırladı, kimi bir özgürlük hayaletini, kimi bir güzel meleği, kimi kendini özür borçlu hissettiği bir dostunu. Bir başkasının ölümü, yitirilenin bilgisi, yitimin hatırlattıkları... Biz ise onu kaybettiğimiz gerçeğinin ağırlığı yavaş yavaş üzerimize çökerken, bırakın anlamayı, tecrübe ettiğimiz yitimi tarif etmeye çabalamaktan bile aciz hissediyoruz. Ulus bir başkası degildi bizim için, bedenimizin bir parçasıydı. Kendimizi eksilmiş, azalmış, kırılmış hissediyoruz. Yokluğu bizi suskunlaştırıyor... Suskunluğu kabullenebiliriz, sessiz kalmayı biliriz, derdimiz bu değil. Şu an sözümüz yok ama, nasıl olsa kendi geçmişimize her baktığımızda onu da göreceğiz.