Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İktidar ve Devlet (John Holloway)

Bu metin Holloway'in, 16 Ekim 2004'de Londra'daki Avrupa Sosyal Forumu'nda yapılan "Toplumsal Dönüşüm İçin Stratejiler" başlıklı tartışmadaki konuşmasının yazılı halidir. Phil Harse, Fausto Bertinotti ve Hilary Wainwright tartışmanın diğer konuşmacılarıydı. İngilizceden çeviren: Haşim Kılıç 1. İki temel nokta üzerinde hemfikir olduğumuz için burada olduğumuzu varsayıyorum. İlk olarak, kapitalizm insanlık için bir yıkımdır ve bizim acilen radikal toplumsal bir değişikliğe, devrime ihtiyacımız var. İkinci olarak, biz böyle bir değişikliğin nasıl gerçekleşeceğini bilmiyoruz. Fikirlerimiz var ama kesinliklerimiz yok. Hepimizin aynı haraketin parçaları olduğumuzu kavrayarak ve farklılıklarımıza saygı göstererek tartışmamızın önemli olmasının nedeni budur. 2. Bu tartışmada biz neredeysek oradan, kafası karışık bir hareketten, isyanların ahenksiz seslerinden, bu sosyal forumdaki gevşek birliktelikten başlayacağız. Sorun nasıl devam etmemiz gerektiğidir. B

Canlı Hayat veya Göçebelik Üzerine'ye Önsöz

"Ölümlülerin sahip olduğu ortak melekeden çok daha gelişkin bir kavrama melekesine sahip, ulus-ötesi ve göçebe yeni bir insan ırkının ortaya çıktığını ilan ediyorum." Friedrich Nietzsche "İkamet etmek, bu hiç bir yerde mevcut değildir." Reiner Maria Rilke Yaşamın kıpırdanışlarına açılmak... Talepkâr bir düşünceyi karakterize eden şey bu değil mi? Hem,  olanı  öncelikle tanımak, sonrasında kavramak abartılmış bir cesaret değil mi? Kesin olan bir şey varsa, o da bu içe ait görüyü, önemli yapıtları belirgin kılan bu  sezgiyi  hayata geçirmeyi bilmektir. Elbette böylesi bir "sezgicilik" hiçbir şekilde bireysel değildir, her şeyden önce kolektif bir bilgiyle ortaklığa sahiptir. Bu anlamda bilgece sezgi sadece kolektif bilinçdışının bir koşuludur. Siyasi elitler, gazeteciler, entelektüeller ve niteliksiz insanlar arasında derin anlaşmazlık karşısında önemli olan, kökleşmiş, Bacon'un "interiora rerum" dediği şeyi kavramaya muktedir or

Yapısalcılık (Deleuze&Guattari, Arzu Politikasına Giriş - Philip Goodchild)

Deleuze&Guattari, Arzu Politikasına Giriş - Philip Goodchild 1950'lerde ve 1960'larda Fransa'da ortaya çıkan ve "yapısalcılık" olarak adlandırılan entelektüel hareket, ardından gelen tüm toplumsal ve felsefi kuramlar için başlıca gönderme noktası oldu. Yapısalcılık, düşünceyi, öznelliğin özgürlüğünü, deneyimini ve ilerlemesini araştırma düşüncesine dayandıran varoluşçuluk, görüngübilim ve Hegel'ci tarihselcilik gibi önceki egemen, hümanist düşünce tarzlarına tepki olarak gelişti. Yapısalcılık, insan kültürünü öznel deneyimleme olarak incelemek yerine, kültüre, yapısal özellikleri incelenecek bir "nesne" olarak geri dönmüştür. Benzer sorun ve yöntem dizileri farklı alanlarda araştırıldı; sonunda yanlış ya da doğru olarak, dilbilimde Roman Jakobson'ın, antropolojide Claude Lévi-Strauss'un, psikanalizde Jacques Lacan'ın, tarihte Michel Foucault'nun, Marksçı politik kuramda Louis Althusser'in ve yazın kuramında Roland Barthes

Özde Faşizmin 14 Temel Özelliği

Siyaset bilimci Dr. Lawrence Britt, 20. yüzyılın gördüğü en tipik faşist rejimleri (Hitler'in Almanya'sı, Mussolini'nin İtalya'sı, Franco'nun İspanya'sı, Suharto'nun Endonezya'sı, Pinochet'nin Şili'si) inceleyerek faşizmin 14 karakteristik özelliğini tespit etmiş. Britt'in çok tartışılan, hatta Umberto Eco'nun bir yazısından fazlaca esinlendiği söylenen ünlü makalesi, 'yeni başlayanlar için 14 derste faşizm'i anlatıyor: Die Welle (Dalga) 1. G üçlü ve sürekli milliyetçilik: Faşist rejimler, sürekli olarak vatansever şiarlar, sloganlar, semboller, marşlar ve diğer ıvır zıvırı kullanma eğilimindedir. 2. İnsan haklarının aşağılanması ve hor görülmesi: Düşmandan korku ve güvenlik ihtiyacı nedeniyle, faşist rejim altındaki insanlar, 'ihtiyaç' gereği belirli durumlarda insan haklarının göz ardı edilebileceğine ikna edilirler. İnsanlar işkence, yargısız infaz, siyasal suikast, uzun süreli gözaltı gibi uygulamalara k

İnsan Doğası: İktidara Karşı Adalet (Foucault - Chomsky)

Michel Foucault, Fons Elder and Noam Chomsky (1971) M.F.- İnsan doğası kavramına biraz şüpheyle baktığım doğru, nedeni de şu: Ben bir bilimin kullanabildiği kavramların hepsinin aynı gelişkinlik düzeyinde olmadığına ve genelde bilimsel söylem içinde aynı işlevi görmedikleri gibi, aynı olası kullanım tipinde de olmadıklarına inanıyorum. Biyolojiyi örnek alalım. Burada sınıflandırıcı işlev olan kavramlar, ayırt edici işlevi olan kavramlar ve çözümleyici işlevi olan kavramlar görürsünüz. 17. ve 18. Yüzyıllarda, doğa incelenirken hayat kavramına pek başvurulmazdı: Canlı cansız bütün doğal varlıklar minerallerden insana uzanan devasa bir hiyerarşik tablo içinde sınıflandırılırdı; mineraller ile bitki veya hayvanlar arasındaki kopuş görece belirsizdi; epistemolojik olarak tek önemli olan  bu varlıkların konumlarını su götürmez bir biçimde sabitlemekti.

Güney Afrikada Apartheid Uygulaması

(Apartheid, Güney Afrika’da beyaz azınlığın siyah çoğunluğa karşı siyasal, toplumsal ve ekonomik alanlarda kesin bir ayrımı öngören ırkçı uygulamalarına Afrikaner dilinde verilen ad) Topyekün denetim altında bulunan bazı yerler vardır. Güney Afrika bunlardan biridir, siyahsanız eğer.  Burada devletin gücüyle egemen ırkın gücü, tarihte misli görülmedik bir kısıtlamalar ağıyla, kriz noktasına ulaşmış durumdadır. Çökmeye yüz tutmuş olsa da, mevcut düzenin mutlak hakimiyeti ürkütücüdür.  Bu en açık şekilde büyük kentlerin eteklerinde yaşayan, son on yılda düzenin hem kurbanı hem de en kararlı düşmanı olan gençlerin durumunda gözlenir. Tıpkı ana babaları gibi bu çocukların da varoluşları bir apartheid altında yasadışıdır. Siyahların, işgalcilerin koyduğu yasalar uyarınca, hemen hiçbir yerde yaşama hakkı yoktur: nüfusun yüzde 5’ini oluşturan beyaz Güney Afrikalılar, başlıca büyük kentler de içinde olmak üzere, toprakların yüzde 87’sine el koymuş durumdadır; nüfusun geri kalan yüzde 95

Özgürlük ve Kötülük

Georges Bataille Özgürlüğün içindeki Kötülüğü ortaya koymak uzlaşmacı, konformist düşünce tarzının karşıtıdır ve öylesine genel bir yaklaşımdır ki, ona karşı çıkmak düşünelemez. Sartre, özgürlüğün mutlak Kötülük anlamına gelmesini sonuna kadar reddeder. Ancak "üretim toplumu"nun göreli olduğunu kabul etmeden önce ona bir değer biçer: Oysa bu değer tüketime, hatta esas olarak üretken olmayan tüketime, yani yok etmeye göre belirlenmiş bir değerdir. Bu gösterimlerin tutarlığını araştırdığımızda, İyilikle olan ilişkilerinde baştan sakınımlı davranan özgürlüğün, Blake'in Milton için söylediği gibi "bilmeden şeytanın safında" olduğu hemen ortaya çıkacaktır. İyiliğin tuttuğu taraf boyun eğmenin, itaatin safıdır. Özgürlük daima isyana açılan bir kapıdır, oysa İyilik kuralların katılığına sıkı sıkıya bağlıdır. Sartre'ın da, Kötülük'ten söz ederken, özgürlüğe dair ifadeler kullandığı olmuştur: * ..." olan hiçbir şey, Genet'nin "Kötülük Tecrübe

Çocukluğun Mutlu Coşkusu Ölümün Egemen Özgürlüğündendir

Kafka (1991) Çin Seddi * başlığıyla yayımlanan derlemede yer alan Çocukluklar ** adlı anlatı Kafka'nın mutlu coşkusunun paradoksal görünümünü yansıtır. Bütün eserlerinde olduğu gibi burada da hiçbir şey kurulu düzene ve tanımlanabilen ilişkilere dayanmaz. Tıpkı sisin rüzgarda savrulup parçalara ayrılması gibi, bazen yavaş bazen hızlı bir parçalanış söz konusudur: Bu denli edilgen bir egemenlik kuran sınırsızlığa anlam kazandıracak, açıkça belirlenmiş anlaşılır bir amaçtan eser yoktur. Sanki çocuk Kafka'nın bütün yapmak istediği, oyun arkadaşlarına katılmaktır. "Başımızı eğip gecenin karanlığına dalıyorduk. Gece ya da gündüz; saati yoktu! Bazen yeleklerimizin düğmeleri, ağızdaki dişler gibi birbirine çarpıyordu; bazen de, aramızda belli bir mesafe bırakarak koşuyorduk; tropikal hayvanlar gibi ağzımızdan alevler fışkırıyordu sanki. Eski zamanların süvarileri gibi eğilip eşeleniyor, birbirimizle çarpışarak kısacık sokağı çarçabuk iniyor, hızımızı alamayıp karşı yok

Kafka'nın Bandı

Franz Kafka's own work scared him. Photograph: Getty Onu tanıyacaksınız muhakkak! Gözleri gece kuşlarına has mor halkalarla çevrili, kambur, zayıf mı zayıf. Fazla aydınlık! (Goethe’nin tam tersi). Fazla Gürültü! Fark edilmeyi, olay yaratmayı kesinlikle istemiyordu –sadece yazma hazzı adına. O da artık olsa olsa kendisi için! Sanırsınız ki kalabalığın içinde her yerde, dönemin her yerinde. Bir asırdan daha kısa zamanda, yorumlar ve yanlış anlamalar konusunda en büyük rekorlara patlak verdirecek ve akla hayale gelebilecek en tuhaf “dava” çağlayanının kollarına düşecektir. Önem sırasına göre bunlardan ilki 1914 Haziran’ında, büyük Berlin oteli Askanischer Hof’ta vuku buldu.   Dava   başlıklı romanının edebi-analitik matrisini işte bu olaydan çıkardı. O gün, nişanlısı Felice Bauer tarafından, evlilik tarihleri karşısında takındığı savsaklayıcı tavrı, tanıklar önünde, tartışma konusu etmek için –ailenin ve dostların çağrılı olduğu- bir toplantı düzenlenmişti. Felice onu sertçe