Ana içeriğe atla

Kafka'nın Bandı

Franz Kafka's own work scared him. Photograph: Getty
Onu tanıyacaksınız muhakkak! Gözleri gece kuşlarına has mor halkalarla çevrili, kambur, zayıf mı zayıf. Fazla aydınlık! (Goethe’nin tam tersi). Fazla Gürültü! Fark edilmeyi, olay yaratmayı kesinlikle istemiyordu –sadece yazma hazzı adına. O da artık olsa olsa kendisi için! Sanırsınız ki kalabalığın içinde her yerde, dönemin her yerinde. Bir asırdan daha kısa zamanda, yorumlar ve yanlış anlamalar konusunda en büyük rekorlara patlak verdirecek ve akla hayale gelebilecek en tuhaf “dava” çağlayanının kollarına düşecektir.

Önem sırasına göre bunlardan ilki 1914 Haziran’ında, büyük Berlin oteli Askanischer Hof’ta vuku buldu. Dava başlıklı romanının edebi-analitik matrisini işte bu olaydan çıkardı. O gün, nişanlısı Felice Bauer tarafından, evlilik tarihleri karşısında takındığı savsaklayıcı tavrı, tanıklar önünde, tartışma konusu etmek için –ailenin ve dostların çağrılı olduğu- bir toplantı düzenlenmişti. Felice onu sertçe suçladı, o ise hiç karşılık vermedi, kendini savunmadı. Yaşamı boyunca, bu “otel mahkemesi”nin kendisinde bıraktığı topluluk içinde aşağılanmanın izini korudu ve bu mahkemede, tuhaf biçimde, yargıç rolünü bir başka genç kız, Felice’in en yakın arkadaşı ve Kafka’nın gizlice paralel aşk mektuplaşması sürdürdüğü Grete Bloch üstleniyordu.

Le procés
Aynı şekilde, zaman zaman paranoyakça vurgular taşıyan, hakiki iddianame Babaya Mektup da hatırlanacaktır, burada kendi ailesi üzerinden, çift ve ev yaşamı tiranlığının tüm biçimlerini mahkemeye çıkararak durmadan eleştirip kınar: gelgelelim bu durum, bu biçimlerin onu büyülemesine ve yeri geldiğinde onları hayata geçirmesine engel değildir!

Kendisine karşı durmadan soruşturma açtığı ama daha eski ve daha arkaik tınılara sahip olduğundan, tespit edilmesi daha zor bir dava daha vardır (“Suçluluk duygum daima çok kuvvetliydi, dışardan besin almadan da gayet iyi yapabiliyor…”) ve bu dava edebi mükemmellik talebini, bu yüzden kesintiler ve ateşe atılan sayfalarla dolu yapıtına karşı sürekli bir tehdide dönüştürdü.

Daha sonra, izleyicileri tüm gezegende yayıldıkça, külliyatı, özellikle de ölümünden sonra, onu yargılamak, konumlandırmak, çerçevelemek, etkisiz hale getirmek için kurulan felsefi, dini ve siyasi farklı “jüriler” önünde sayısız kere mahkemeye çıktı, ki yoğunluğu ve direşkenliği açısından düşünülürse, modern edebiyat tarihi içinde kendi türünde muhtemelen tek olgudur bu. Bu konuda, böylesi bir olguyu ele almak için, genel kabulü içinde anlaşılan “külliyat/yapıt” sözcüğünün geçerliliği sorgulanabilir. Zira hiç şüphesiz, yazarının bize vasiyet bıraktığı sorgulamalar ve gizemler yumağı, nerdeyse tüm dillerde “Kafkavari” niteleyicisi tarafından yananlamlandırıldığına ve tarif edebildiğimi sandığım belli bir “Kafka etkisi” en farklı alanlarda çarpma noktalarını genişlettiğine ve havari topladığına göre, bunun tanımını yapmak ve kenar çizgilerini çekmek nasıl mümkün olacaktır? Bugün Kafkacılığı Kafka’nın yapıtları üzerinden mi aydınlatmaya çalışmalıyız, yoksa tersine Kafka’nın yapıtlarının şifresini Kafkacılığın ışığında mı çözmeyi denemeliyiz? Ama kuşkusuz bu iki yol birbirini tamamlamaktadır.

Felix Guattari
Bu da bizi, last but not least [sonuncusu ama demek değil ki en önemsizi], Pompidou Merkezi’nin geniş izleyici kitlesi önünde yapılan, az önce anımsattığımız tüm dava biçimlerine ilişkin adeta bir dergi ve “yeniden başlama” (relance) vesilesi olacak bu “Kafka Yüzyılı” sunumuna götürüyor. Pek tabii, Tanrı korusun!, yeni bir “halk mahkemesi”ni ufak tefek değişikliklerle yinelemek söz konusu olmayacak. Ama daha ziyade, pek çok tanıklık, “suç delilleri”, uluslararası uzmanlar arasında (ve de basit amatörlerle) yapılan tartışmalar sayesinde; film, tiyatro ve hatta şaşırtıcı bir kamu yoklaması, bir ortak aydınlatma süreci, ya da dilerseniz, asırları kat eden ve güncel hali içinde “Kafka meselesi”ne ilişkin dostane bir ayin alayı aracılığıyla, nükte ve gülme taraflarının en önemsizleri olmadığını hemen belirterek, her birimize –en azından böyle olmasını umuyoruz- ona tüm yanlarıyla düşünme olanağı verecektir.

Felix GUATTARI, Kafka'nın Altmışbeş Düşü, MonoKL yay., 2012 içinde sf: 63-67

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aksiyomatik Nedir? - Alberto Toscano

Aksiyomatik, Deleuze ve Guattari tarafından, Bin Yayla ’da çağdaş kapitalizmin evrensel tarih içindeki işleyişini ve genel semiyolojisini tanımlamak için kullanılan kavramdır. Bilim ve matematiksel küme teorisinden kök alan aksiyomatik, birlikte çalıştığı terimlerin tanımlarını sağlamaya ihtiyaç duymayan ama bunun yerine verilmiş bir alandaki emirler ile kısmi norm veya buyrukların (aksiyomların) eklenmesi ve çıkarılması yöntemini ifade eder. Aksiyomlar böylece doğaları belirlenmeye ihtiyaç duyulmayan öğeler ve ilişkiler üzerinde işler. Onlar, uygulanmalarının alanlarının özellik veya niteliklerine kayıtsızdırlar ve nesnelerine, tamamen işlevsellermiş gibi, tercihen asıl özlerinden niteliksel olarak farklılaşmışlar gibi muamele eder. Aksiyomlar sırayla, belirli ampirik veya maddi durumlara uygulanan teoremlere veya gerçekleşim modellerine eşlik etmektedir.  Eğer akışları (ve onların kesim ve kırılmalarını) Deleuze ve Guattari’nin transandantal mataryalizminin temel bileşeni olarak

Köksap Nedir? - Felicity J. Colman

Köksap, nesnelerin, mekânların ve insanların en farklı ve en özdeş olanları arasında meydana gelen bağıntıları tanımlar; insanları birbirine bağlayan tuhaf olay zincirleri gibi: “ayrılığın altı adımı” [1]  hissi, “daha önce de buradaydım sanki” duygusu ve bedenler düzenlemeleri. Deleuze ve Guattari’nin “köksap” [ rhizome ] kavramı, “rhizo”nun biçimleri kombine etmek anlamına gediği ve biyoloji terimi olan "rhizome"un, kendini yatay yumru-biçimli kökü boyunca yayabilen ve yeni bitkiler geliştirebilen bir bitki formunu betimlediği etimolojik anlamından çekip çıkartılır. Bu terimin Deleuze ve Guattari’deki kullanımında köksap, şebeke biçimli, ilişkisel ve çapraz bir düşünme sürecini ve bu haritanın sabit bir varlık olarak inşasını "takip etmeyen" bir var olma biçimini haritalayan bir kavramdır (D&G 1987: 12). Kökenleri ile tek tek temellerinin izini süren bedenler ile fikirlerin düzen verilmiş soyları "ağaç biçimli düşüncenin" formları görülür ve epistem

"Hüzün geriye kalandır. Biraz blues dinleyin benim için…

Sık sık ölümün bilgisine asla sahip olamayacağımızı, çünkü asla tecrübe edemeyeceğimizi hatırlatırdı Ulus. O nedenle ancak bir başkası aracılığıyla tecrübe edebiliriz ölümü, başkasının ölümüyle bilmeye çalışabiliriz. Herkes bir şeyler yitirdi Ulus'un aramızdan ayrılmasıyla. Kimi anlaşılmaz ama değerli bulduğu bir yazarı hatırladı, kimi bir özgürlük hayaletini, kimi bir güzel meleği, kimi kendini özür borçlu hissettiği bir dostunu. Bir başkasının ölümü, yitirilenin bilgisi, yitimin hatırlattıkları... Biz ise onu kaybettiğimiz gerçeğinin ağırlığı yavaş yavaş üzerimize çökerken, bırakın anlamayı, tecrübe ettiğimiz yitimi tarif etmeye çabalamaktan bile aciz hissediyoruz. Ulus bir başkası degildi bizim için, bedenimizin bir parçasıydı. Kendimizi eksilmiş, azalmış, kırılmış hissediyoruz. Yokluğu bizi suskunlaştırıyor... Suskunluğu kabullenebiliriz, sessiz kalmayı biliriz, derdimiz bu değil. Şu an sözümüz yok ama, nasıl olsa kendi geçmişimize her baktığımızda onu da göreceğiz.