Ana içeriğe atla

Güney Afrikada Apartheid Uygulaması

(Apartheid, Güney Afrika’da beyaz azınlığın siyah çoğunluğa karşı siyasal, toplumsal ve ekonomik alanlarda kesin bir ayrımı öngören ırkçı uygulamalarına Afrikaner dilinde verilen ad)

Topyekün denetim altında bulunan bazı yerler vardır. Güney Afrika bunlardan biridir, siyahsanız eğer.  Burada devletin gücüyle egemen ırkın gücü, tarihte misli görülmedik bir kısıtlamalar ağıyla, kriz noktasına ulaşmış durumdadır. Çökmeye yüz tutmuş olsa da, mevcut düzenin mutlak hakimiyeti ürkütücüdür.  Bu en açık şekilde büyük kentlerin eteklerinde yaşayan, son on yılda düzenin hem kurbanı hem de en kararlı düşmanı olan gençlerin durumunda gözlenir. Tıpkı ana babaları gibi bu çocukların da varoluşları bir apartheid altında yasadışıdır. Siyahların, işgalcilerin koyduğu yasalar uyarınca, hemen hiçbir yerde yaşama hakkı yoktur: nüfusun yüzde 5’ini oluşturan beyaz Güney Afrikalılar, başlıca büyük kentler de içinde olmak üzere, toprakların yüzde 87’sine el koymuş durumdadır; nüfusun geri kalan yüzde 95’i yani siyahlar ise “yurtluk” adı verilen küçük, kıraç toprak parçalarında yaşamak zorunda bırakılmıştır.

Apartheid düzeninde çıkarılan bir dizi yasa, siyahların fiilen yurtluklar dışına çıkmasını imkansız hale getirmişti; zira ikamet etmelerine izin verilen kısıtlı alanların dışına çıkmak suç kapsamında sayılmaktaydı. Ne var ki, bu çorak topraklar hayatlarını devam ettirmeye elverişli olmadığı için, beyazların yaşadığı bölgelerde iş aramaktan başka çareleri yoktu. Beyaz ekonominin ayakta durabilmesi için de siyah işgücüne ihtiyaç vardı. Böylece bir yandan siyahların yurtluklar dışında boy göstermeleri yasaklanırken, öte yandan beyaz cemaatin hayatının devamı siyahların işgücünün sömürülmesine bağlıydı. İşte bu yüzden siyahlar, beyaz nüfusa hizmet etmek için, onların yaşadığı kesimlerin eteğinde göz göre göre yayılan gecekondu mahallelerinde, sözde gizlice yaşamaya zorlandı. Böylece township denilen uydu mahalleler ve izin karnesi sistemi oluştu. 

Uydu mahallelerin tüm sakinleri, yasal olsun ya da olmasın, sık sık aranma ve gözaltına alınma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Sürekli denetim ve vahşi bir saldırı tehdidi altında bulunmak korkunç bir karabasandı. Özellikle de hava karardıktan sona. Hayvanlar gibi inlerde yaşayan, üstleri başları perişan, yatacak doğru dürüst yerleri bile olmayan, en basit temizlik imkanından yoksun çocuklar için ise anlatılmayacak kadar feciydi durum.

Güney Afrika’da ayaklanmanın başını çocukların çekmesi, vurucu gücün çocuklar olması, coşkunun çocuklardan kaynaklanmasında şaşırtıcı bir şey var. Çocukların bu örnekteki gibi öncülük rolü üstlenmeleri tarihte yeni bir dönüm noktasıydı. Ancak mücadelenin uzun bir geçmişi olduğunu unutmamak gerek. Miriam Tlaili’nin Johannesburg dışında, Soweto’daki öğrenci protestolarını konu alan romanı Amandla ‘da, karakterlerden biri Apartheid’a yol açan olayların gelişimini şöyle özetler: “Altın ve elmas yataklarının bulunmasıyla kaçınılmaz bir süreç başladı. Afrikalılar açısından ok yaydan çıkmıştı artık. Topraklarının tümüne el konulması sadece bir zaman meselesiydi. Ham madde kaynakları ve maden yatakları Afrika ucuz emeğiyle (Apartheid uygulamasının başlıca dayanağı buydu zaten) sömürülecek elverişli olanaklar yaratıyordu yabancılara.” Toprak Yasası, 1936; Beyazlarla diğer ırklardan insanlar arasında sosyal ve siyasal farklılık olduğunu vurgulayan “Color Bar” Yasası 1926’da; kabile düzenini koruyarak kabile şeflerini beyaz yönetimin temsilcisi kabul eden Yerli Halkı Yönetim Yasası 1927’de; sadece beyazlara sendika kurma hakkı tanıyan, ancak greve izin vermeyen Uzlaşma Yasası 1924’te çıkarılmıştı. Bunların ardından “yurtluklar”ın kurulmasıyla ilgili yasa ve nihayet girişleri denetleme ve izin karnesi yasaları sökün etti.

Apartheid sistemi, ırkçı Nazi yönteminin bir uzantısıydı ve selefi gibi, eğitimi ihmal etmedi: “Renkli ırkın Eğitimi, Bantu Eğtimi” başlıkları altında ırkçı bir mitos yaratmak ve özellikle ikinci sınıf bir eğitim vererek bir hizmetkarlar sınıfı oluşturmak için hukuksal kategoriler düzenledi ve yasalar çıkardı.

1976’da, eğitim, özellikle de dil eğitimiyle ilgili yeni yaptırımlar yüzünden sistem çökme noktasına geldi; Bantu Eğitimi Bölümü, siyah öğrencilerin devam ettiği okulların tümünde, bir dünya dili olan İngilizce yerine aniden Afrikaner dilini uygulama kararıyla, onları sömürgecilerinin diline mahkum etme niyetini açık etmişti.

Kendiliğinden ilk tepki 1976’da, 16 Haziran Çarşamba günü patlak verdi. Yaklaşık on bin öğrenci Soweto’nun tozlu sokaklarında Afrikaner kararnamesini protesto etti. Muazzam kalabalık düzenli ve barışçıldı; “Kahrolsun Afrikaner! Bizi sömürenlerin dilini öğrenmeye hayır! Zehirli eğitime son! Köle eğitimi değil, eşit eğitim hakkı!” yazılı pankartlarla yürüyen gençlerin sloganlarına aralarında bulunan altı-yedi yaşlarındaki küçükler de katılıyordu.

Ancak, göz yaşartıcı bombalar, yivli tüfekler, av tüfekleri ve şamboklarla silahlanarak, protesto hazırlığı içindeki Phenfini Lisesi’ne giden yolda barikat kurmuş olan yüzlerce polisten habersizdi yürüyüşçüler. Barikatların bulunduğu sokağa varınca durdular, ama slogan atmayı ve pankartlarını dalgalandırmayı sürdürdüler...

Öğrenci önderleri havayı yumuşatmak için ne yapmaları gerektiğini tartışırken polis ateş açtı. Kalabalık şaşkınlık içinde, kurşunların plastik olduğunu ya da havaya ateş edildiğini sandığından, bir an için olduğu yerde kaldı. Ama küçük çocuklardan birçoğu, beyaz önlükleri kanlar içinde, vurulmuş sinekler gibi peş peşe yere düşünce kıyamet koptu.

Bu kıyımın simgesi, bir çocuğun kollarında bir başka çocuğun cansız bedenini taşıdığı (sonradan posteri yapılan) ünlü fotoğraf oldu.

Güney Afrika polisi tarafından vurulduktan sonra Hector Pieterson, Mbuyisa Makhubo tarafından taşınıyor. Kardeşi, Antoinette Sithole onların arkasından koşuyor.

Sonraki gün öğrenciler daha çoktur. “Bantu eğitimini, Afrikaner ve apartheid’i kınayan pankartlar hazırlamıştık eğitimde beyazlarla eşitlik talep ediyorduk...”

Başkaldırı Johannesburg’un dışında, Alexandria’da başlamıştı ama Pretoria, Durban, Port Elizabeth ve Cape Town’daki siyah gettolara yayılmakta gecikmedi.

Gençlerin baskısıyla başlatılan boykot beyaz ekonomiye ağır bir darbe indirdi. Gençlere karşı savaş açılmıştı. Uzun zaman sürecekti bu durum. Daha garip olan çocukların adım adım zafere ulaşması, hükümetin Afrikaner dilini kabul ettirmek konusunda geri basması, gençlerin gösterdiği cesaret ve kararlılığın direnişe örnek olması ve zaman içinde halkın kendisine zulmedenlerin devasa düzeneklerine karşı direnmekteki başarısıydı.

Ne var ki ödenen bedel başından beri çok ağır oldu; binlerce çocuk yargısız hapsi öngören yasalar uyarınca cezaevlerindeydi. Gençler kitleler halinde tutuklanarak hapse atılıyor, yargısız gözaltının hemen her yerde işkence için uygun bir ortam yarattığı görülüyordu. Çocuklar sırf bir başka çocuğun cenazesine katıldıkları için yakalarına yapışılıp tutuklanıyor, acıların topluca ifadesi direniş olarak kabul edilerek yasaklanıyordu.


Kate Millett, Zulüm Politikaları: Siyasi Tutukluların Tanıklıkları Üzerine Bir Deneme, Metis Yay. içinden.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aksiyomatik Nedir? - Alberto Toscano

Aksiyomatik, Deleuze ve Guattari tarafından, Bin Yayla ’da çağdaş kapitalizmin evrensel tarih içindeki işleyişini ve genel semiyolojisini tanımlamak için kullanılan kavramdır. Bilim ve matematiksel küme teorisinden kök alan aksiyomatik, birlikte çalıştığı terimlerin tanımlarını sağlamaya ihtiyaç duymayan ama bunun yerine verilmiş bir alandaki emirler ile kısmi norm veya buyrukların (aksiyomların) eklenmesi ve çıkarılması yöntemini ifade eder. Aksiyomlar böylece doğaları belirlenmeye ihtiyaç duyulmayan öğeler ve ilişkiler üzerinde işler. Onlar, uygulanmalarının alanlarının özellik veya niteliklerine kayıtsızdırlar ve nesnelerine, tamamen işlevsellermiş gibi, tercihen asıl özlerinden niteliksel olarak farklılaşmışlar gibi muamele eder. Aksiyomlar sırayla, belirli ampirik veya maddi durumlara uygulanan teoremlere veya gerçekleşim modellerine eşlik etmektedir.  Eğer akışları (ve onların kesim ve kırılmalarını) Deleuze ve Guattari’nin transandantal mataryalizminin temel bileşeni olarak

Köksap Nedir? - Felicity J. Colman

Köksap, nesnelerin, mekânların ve insanların en farklı ve en özdeş olanları arasında meydana gelen bağıntıları tanımlar; insanları birbirine bağlayan tuhaf olay zincirleri gibi: “ayrılığın altı adımı” [1]  hissi, “daha önce de buradaydım sanki” duygusu ve bedenler düzenlemeleri. Deleuze ve Guattari’nin “köksap” [ rhizome ] kavramı, “rhizo”nun biçimleri kombine etmek anlamına gediği ve biyoloji terimi olan "rhizome"un, kendini yatay yumru-biçimli kökü boyunca yayabilen ve yeni bitkiler geliştirebilen bir bitki formunu betimlediği etimolojik anlamından çekip çıkartılır. Bu terimin Deleuze ve Guattari’deki kullanımında köksap, şebeke biçimli, ilişkisel ve çapraz bir düşünme sürecini ve bu haritanın sabit bir varlık olarak inşasını "takip etmeyen" bir var olma biçimini haritalayan bir kavramdır (D&G 1987: 12). Kökenleri ile tek tek temellerinin izini süren bedenler ile fikirlerin düzen verilmiş soyları "ağaç biçimli düşüncenin" formları görülür ve epistem

"Hüzün geriye kalandır. Biraz blues dinleyin benim için…

Sık sık ölümün bilgisine asla sahip olamayacağımızı, çünkü asla tecrübe edemeyeceğimizi hatırlatırdı Ulus. O nedenle ancak bir başkası aracılığıyla tecrübe edebiliriz ölümü, başkasının ölümüyle bilmeye çalışabiliriz. Herkes bir şeyler yitirdi Ulus'un aramızdan ayrılmasıyla. Kimi anlaşılmaz ama değerli bulduğu bir yazarı hatırladı, kimi bir özgürlük hayaletini, kimi bir güzel meleği, kimi kendini özür borçlu hissettiği bir dostunu. Bir başkasının ölümü, yitirilenin bilgisi, yitimin hatırlattıkları... Biz ise onu kaybettiğimiz gerçeğinin ağırlığı yavaş yavaş üzerimize çökerken, bırakın anlamayı, tecrübe ettiğimiz yitimi tarif etmeye çabalamaktan bile aciz hissediyoruz. Ulus bir başkası degildi bizim için, bedenimizin bir parçasıydı. Kendimizi eksilmiş, azalmış, kırılmış hissediyoruz. Yokluğu bizi suskunlaştırıyor... Suskunluğu kabullenebiliriz, sessiz kalmayı biliriz, derdimiz bu değil. Şu an sözümüz yok ama, nasıl olsa kendi geçmişimize her baktığımızda onu da göreceğiz.