Ana içeriğe atla

İktidar ve Devlet (John Holloway)

Bu metin Holloway'in, 16 Ekim 2004'de Londra'daki Avrupa Sosyal Forumu'nda yapılan "Toplumsal Dönüşüm İçin Stratejiler" başlıklı tartışmadaki konuşmasının yazılı halidir. Phil Harse, Fausto Bertinotti ve Hilary Wainwright tartışmanın diğer konuşmacılarıydı. İngilizceden çeviren: Haşim Kılıç

1. İki temel nokta üzerinde hemfikir olduğumuz için burada olduğumuzu varsayıyorum. İlk olarak, kapitalizm insanlık için bir yıkımdır ve bizim acilen radikal toplumsal bir değişikliğe, devrime ihtiyacımız var. İkinci olarak, biz böyle bir değişikliğin nasıl gerçekleşeceğini bilmiyoruz. Fikirlerimiz var ama kesinliklerimiz yok. Hepimizin aynı haraketin parçaları olduğumuzu kavrayarak ve farklılıklarımıza saygı göstererek tartışmamızın önemli olmasının nedeni budur.

2. Bu tartışmada biz neredeysek oradan, kafası karışık bir hareketten, isyanların ahenksiz seslerinden, bu sosyal forumdaki gevşek birliktelikten başlayacağız. Sorun nasıl devam etmemiz gerektiğidir. Biz parti olarak mı örgütlenmeliyiz? Mücadelelerimizi devlet üzerine ve devletin içinde etki kazanmak ya da devlet iktidarını fethetmeye mi odaklamalıyız? Yoksa alternatif inşa ettiğimiz ve edebileceğimiz sürece devlete sırtımızı mı dönmeliyiz? Mümkün olduğunca devlete sırtımızı dönmemiz gerektiğini iddia ediyorum.

3. Bu nasıl örgütleneceğimiz ve nereye gittiğimiz üzerine bir sorudur. Devlet bir örgütlenme biçimi, işleri yürütmenin belli bir tarzıdır. Bir örgütlenme olarak devlet, toplumun geri kalanından ayrılan bir örgütlenmedir. Devlette çalışanlar (politikacılar, devlet memurları ya da kamu görevlileri) toplum adına, kendi anladıkları biçimde toplum yararına çalışırlar. Bazıları diğerlerinden daha iyidir (Bertinotti’nin Berlusconi’den daha iyi olduğundan şüphem yok), fakat hepsi bizim adımıza çalışırlar. Başka bir ifadeyle, bizi dışlarlar. Bir örgütlenme biçimi olarak devlet, bizi dışlamanın bir yöntemi, kendi kaderimizi tayin olanağımızın yadsınmasıdır. Bir kere dışlandığımızda, onların yapıp ettikleri üzerinde gerçek bir kontrolümüz yoktur. Temsili demokrasi ne yaptığını denetleme hakkını vermez, bizim dışlanmamızı meşrulaştırır ve güçlendirir. En kötü zalimliklerin çoğu demokrasi adıyla haklı gösterilir. Mücadelelerimizi devlet üzerine yoğunlaştırdığımızda, devletin bizi belli bir yöne götürdüğünü anlamak zorundayız. Her şeyden önce devlet, mücadelelerimizi dönüştürerek, mücadelelerimizin toplumdan ayrılmasını dayatmaya çalışır. Devlet, liderleri kitlelerden, temsilcileri temsil edilenlerden ayırır, bizi farklı bir konuşma ve düşünme biçimine sürükler. Devlet bizi gerçeklik ile bir uzlaşma sürecine çeker, bu gerçeklik sömürü ve adaletsizlik, ölüm ve yıkım üzerine kurulan bir toplumsal örgütlenme şekli olan kapitalizmin gerçekliğidir. Devlet merkezli solun tarihinde anahtar bir kavram vardır, bu kavram ihanettir. Tekrar ve tekrar önderler harekete ihanet ettiler, ancak bu oların kötü insanlar olmalarından ziyade bir örgütlenme biçimi olarak devletin onları hareketten ayırmasından ve sermaye ile bir uzlaşma sürecine çekmesinden dolayı kaçınılmazdır. İhanet, bir örgütlenme biçimi olarak devlet içerisinde zaten verilidir.


Buna direnebilir miyiz? Evet, elbette direnebiliriz ve bu her zaman olan bir şeydir. Biz, devletin hareketin daimi temsilcilerini ya da liderlerini tanımlamasına ve devletin temsilcileri ile hareketin vekillerinin gizlilik içinde görüşmeler yapmasına karşı çıkabiliriz. Ancak bu bizim örgütlenme biçimlerimizin devletin örgütlenme biçiminden çok farklı olduğunu, aralarında herhangi bir simertri olmadığını anlamak demektir. Devlet, (birileri) "adına" bir örgütlenmedir, biz, ne istediğimizi, neye karar vereceğimizi, neyin gerekli olduğunu ya da neyi arzuladığımızı açık seçik ifade etmemize olanak sağlayan bir örgütlenme, kendi kaderimizi tayin etmenin bir örgütlenmesini, bir konsey ya da komünal örgütlenme, komün-izm istiyoruz.

Kendi kaderimizi tayin isteğimizi nasıl örgütlememiz gerektiğine dair herhangi bir model yoktur. Bu her zaman deneyim ve keşif meselesidir. Açık olan şu ki bir örgütlenme biçimi olarak devlet kendi kaderini tayin etmenin karşısında hareket eder. Bu iki örgütlenme biçimi birbirleri ile bağdaşmaz. Devlet dediğimde partileri ya da temel odağı devlet olan herhangi bir örgütlenmeyi kastediyorum. Bir örgütlenme biçimi olarak parti devlet biçimini yeniden üretir; dışlar, liderler ve kiteleler arasında, temsilciler ile temsil edilenler arasında ayrımlar yaratır; devlet iktidarını ele geçirmek için devletin zamanını benimser. Başka bir deyişle, mücadelemizin özü olduğunu düşündüğüm toplumsal kaderimizi tayin etme isteğimizin tersine gider. Dikkat edin Fausto, Daniel ve Hilary'e partinin doğru bir örgütlenme yolu olmadığını söylüyorum. Sizleri sevmediğimi ya da sizlerle işbirliği yapmayacağımı, farklı bir yoldan giden mücadelelerin bu yüzden (Venezüela'nın durumu gibi) suçlanması gerektiğini söylemiyorum. Söylediğim basitçe, parti örgütlenmesinin ya da devlet iktidarının hedeflenmesinin ileriye yürümek için yanlış bir yol olduğu düşüncesidir, çünkü parti dışlayan ve hiyerarşilere yol açan, neoliberal kapitalizme karşı varolan hareketin özünü oluşturan kendi kaderimizi tayin isteğimizin anarşik coşkusunu zayıflatan ve bürokratikleştiren bir örgütlenme biçimini gerekli kılar.

4. Devlete sırtımızı çevirmek ne anlama gelir. Bazı durumlarda, devletten hiçbir talepte bulunmayarak kendi alternatiflerimizin inşasını sürdürerek devleti bütünüyle ihmal etmek anlamına gelir. Zapatistaların geçen yılki yön değişikliği, devlete özgü toplum ve yönetim ayrımından kaçınmaya çalışan bir bölgesel yönetim oluşturmaları (Juntas de Buen Gobierno oluşumları) içinde bulunduğumuz anda bunun en açık örneği olabilir.
Diğer durumlarda devlete bütünüyle sırt çevirmek zordur, çünkü öğretmen, öğrenci, işsiz ne olursak olalım yaşamak için onun kaynaklarına ihtiyacımız var. Çoğumuz için devlet ile tüm bağları koparmak güçtür. Bu durumda, önemli olan, bir örgütlenme biçimi olarak devletin bizi belli yönlere, kapitalizm ile uzlaşmaya götüreceğini anlamaktır ve devlet ile bağlantımızı nasıl şekillendireceğimizi, şeyleri yapmanın belli bir biçimi olarak devletin karşısına ve ötesine nasıl geçebileceğimizi düşünmektir. Hiyerarşilerin kurulmasını kabul etmeyi reddederek, devlet ile kurulan ilişkinin bir sonucu olan mücadelelerimizin parçalanmışlığını, devletini dilini, mantığını ve belki hepsinden öte zamanını, bize zorla dayattığı zaman ve ritimleri reddererek. Devletin mantığına düşmeden, kendi hareketimiz içerisinde onun mantığını yeniden üretmeden devlet ile nasıl uğraşabiliriz? Pratikte bu her zaman zor bir meseledir; çünkü pratikte belli somut amaçları başarmanın mantığına kapılarak bunun bir bütün olarak hareketin dinamiği üzerindeki etkilerini unutmak çok kolaydır. Hilary'nin kitabında yer alan birçok mücadeleye saygı duymama rağmen ben sorunun devletin geri alınmasının olduğunu düşünmüyorum, üstelik devletin geri alınması fikrinin yanlış olduğunu düşünüyorum: Devlet bize yabancı bir örgütlenme biçimidir, bizim değildir ve olamaz da.

Bunların tümü içinde zaman sorunu ve zaman hakkında nasıl düşündüğümüz çok önemli. Bir yandan devlet, seçimlerin ritmi ve neredeyse hiçbir şeyi değiştirmeyen rejim rejim değişiklikleri ile daima bize kendi zamanını dayatır. "Bir sonraki seçime kadar bekle ve ondan sonra bir şeyleri değiştirebilirsin; eğer şimdi bir şeyler yapmak istiyorsan bir sonraki seçim için hazırlan ve partiyi inşa et". Öte yandan, Leninist devrimci gelenek bize "Bir sonraki devrimci durumu ya da uzun dalganın bir sonraki sonunu bekleyin, biz iktidarı ele geçirene kadar bekleyin, o zaman toplum değişecek, bu zaman zarfında partiyi inşa edin" diye seslenir.

Fakat biz bekleyemeceğimizi biliyoruz. Kapitalizm bizi ve dünyayı bekleyemeyeceğimiz kadar hızla yok ediyor. Biz seçim için bekleyemeyiz ve de devrim için, öyle ya da böyle devlet iktidarını ele geçirinceye kadar bekleyemeyiz, bu yıkıcı dinamiği bugün parçalamayı denemeliyiz. Reddetmeliyiz. Kapitalizm kötüler, Bush'lar, Blair'ler ve Berlusconi'ler tarafından yaratıldığı için varlığını sürdürmüyor. Bir ya da iki yüzyıl önce yaratıldığı için varlığını sürdürmüyor. Kapitalizm yaşıyor, çünkü onu biz yaratıyoruz. Eğer yarın kapitalizmi yaratmazsak, kapitalizm de artık var olmayacak. Biz yarattığımızdan dolayı kapitalizm varlığını sürdürüyor, ve onu yaratmaya son vermeliyiz, onu reddetmeliyiz. Bunun anlamı zamanın parçalanması, sürekliliğin kırılmasıdır, bir şeyin sırf dün varoldu diye bugün varolmadığını anlamaktır, o yalnızca biz yaratırsak olur.

Devlete alternatiflerimiz hakkında düşünürken reddimiz bir kilit noktası olmalı. Fakat bu yetmez. Kapitalizmi üretmeyi reddetmeye devam edebilmek için yaşamımızı sürdürmek için alternatif bir yolumuzun olması gerekir. Reddedişimiz, farklı bir dünyanın, yeni ortaklıkların ve işlerin yürütülmesinin farklı bir tarzının yaratılması ile el ele gitmeli. Reddimizin burada ve şu andalığının arkasında başka bir zamansallık, farklı bir dünyanın sabırla kuruluşu olmalı. Bunun için herhangi model yok. Tek model, deneyimlerin çeşitliliği ve kapitalizme karşı direniş hareketinin buluşları. Devlet iktidarının ele geçirilmesine odaklanmamış, partiye kanalize olmamış bu çeşitliliğe, mücadelelerin bu ahenksiz sesleri ve deneyimlerine saygı gösterilmeli. Sorun iktidarın ele geçirilmesi değil, kendi gücümüzü, işlerimizi farklı bir biçimde yapabilme gücümüzü, başka bir dünya yaratabime gücümüzü kurmaktır.

Conatus sayı 6 (kasım-şubat), Devlet, Egemenlik ve İktidar, syf 165,166,167, Otonom Yayıncılık

(Görseller İktisadi Aklın Eleştirisi adlı blogun facebook sayfasından alınmıştır. John Holloway'in bir başka yazısı için de Anafor dergisinin 2.sayısına bakabilirsiniz.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aksiyomatik Nedir? - Alberto Toscano

Aksiyomatik, Deleuze ve Guattari tarafından, Bin Yayla ’da çağdaş kapitalizmin evrensel tarih içindeki işleyişini ve genel semiyolojisini tanımlamak için kullanılan kavramdır. Bilim ve matematiksel küme teorisinden kök alan aksiyomatik, birlikte çalıştığı terimlerin tanımlarını sağlamaya ihtiyaç duymayan ama bunun yerine verilmiş bir alandaki emirler ile kısmi norm veya buyrukların (aksiyomların) eklenmesi ve çıkarılması yöntemini ifade eder. Aksiyomlar böylece doğaları belirlenmeye ihtiyaç duyulmayan öğeler ve ilişkiler üzerinde işler. Onlar, uygulanmalarının alanlarının özellik veya niteliklerine kayıtsızdırlar ve nesnelerine, tamamen işlevsellermiş gibi, tercihen asıl özlerinden niteliksel olarak farklılaşmışlar gibi muamele eder. Aksiyomlar sırayla, belirli ampirik veya maddi durumlara uygulanan teoremlere veya gerçekleşim modellerine eşlik etmektedir.  Eğer akışları (ve onların kesim ve kırılmalarını) Deleuze ve Guattari’nin transandantal mataryalizminin temel bileşeni olarak

Köksap Nedir? - Felicity J. Colman

Köksap, nesnelerin, mekânların ve insanların en farklı ve en özdeş olanları arasında meydana gelen bağıntıları tanımlar; insanları birbirine bağlayan tuhaf olay zincirleri gibi: “ayrılığın altı adımı” [1]  hissi, “daha önce de buradaydım sanki” duygusu ve bedenler düzenlemeleri. Deleuze ve Guattari’nin “köksap” [ rhizome ] kavramı, “rhizo”nun biçimleri kombine etmek anlamına gediği ve biyoloji terimi olan "rhizome"un, kendini yatay yumru-biçimli kökü boyunca yayabilen ve yeni bitkiler geliştirebilen bir bitki formunu betimlediği etimolojik anlamından çekip çıkartılır. Bu terimin Deleuze ve Guattari’deki kullanımında köksap, şebeke biçimli, ilişkisel ve çapraz bir düşünme sürecini ve bu haritanın sabit bir varlık olarak inşasını "takip etmeyen" bir var olma biçimini haritalayan bir kavramdır (D&G 1987: 12). Kökenleri ile tek tek temellerinin izini süren bedenler ile fikirlerin düzen verilmiş soyları "ağaç biçimli düşüncenin" formları görülür ve epistem

"Hüzün geriye kalandır. Biraz blues dinleyin benim için…

Sık sık ölümün bilgisine asla sahip olamayacağımızı, çünkü asla tecrübe edemeyeceğimizi hatırlatırdı Ulus. O nedenle ancak bir başkası aracılığıyla tecrübe edebiliriz ölümü, başkasının ölümüyle bilmeye çalışabiliriz. Herkes bir şeyler yitirdi Ulus'un aramızdan ayrılmasıyla. Kimi anlaşılmaz ama değerli bulduğu bir yazarı hatırladı, kimi bir özgürlük hayaletini, kimi bir güzel meleği, kimi kendini özür borçlu hissettiği bir dostunu. Bir başkasının ölümü, yitirilenin bilgisi, yitimin hatırlattıkları... Biz ise onu kaybettiğimiz gerçeğinin ağırlığı yavaş yavaş üzerimize çökerken, bırakın anlamayı, tecrübe ettiğimiz yitimi tarif etmeye çabalamaktan bile aciz hissediyoruz. Ulus bir başkası degildi bizim için, bedenimizin bir parçasıydı. Kendimizi eksilmiş, azalmış, kırılmış hissediyoruz. Yokluğu bizi suskunlaştırıyor... Suskunluğu kabullenebiliriz, sessiz kalmayı biliriz, derdimiz bu değil. Şu an sözümüz yok ama, nasıl olsa kendi geçmişimize her baktığımızda onu da göreceğiz.