Ana içeriğe atla

Arzu ve Zevk

Önsöz (François Ewald)
Aşağıdaki metin, sadece yayımlanmamış bir metin olmakla kalmaz. Özel, gizli ve mahrem bir ton taşır. Gilles Deleuze’ün, bana Michel Foucault’ya vermek üzere 1977’de teslim ettiği, A'dan H’ye kadar sınıflandırılmış bir dizi nottan oluşmaktadır.

Gilles Deleuze, Jean-Paul Sartre, Michel Foucault
Foucault, cindel özgürleşme mücadelelerinin kendisini yansıttığı kategorilerin hareketlerini tartışmaya açtığı Cinselliğin Tarihi kitabının ilk cildi olan Bilme İstenci’nin yeni yayımlamıştı. Pek anlaşılmadan kalan kitabın alımlanışı, yüzünü çoktan L’usage de plaisirsve souci de soi’nin (Cinselliğin Tarihi’nin ikinci ve üçüncü ciltleri) problematiği olacak olan bir şeye dönmüş ve kendisini bunu ortaya çıkarmaya vakfetmiş olan Foucault’daki bir çeşit krize de denk gelmekteydi.

Arkadaşında bir acı olarak algıladığı bu duruma duyarlı olan Gilles Deleuze de, Foucault ile yakınlıklar ve ayrışmalarını belirttiği bu notları yazdı. Bir eleştiri ya da polemik olmayan bu notlar, kopmuş olan bir diyaloğu yeniden kurmaya yönelik, arkadaşlığın içtenliğiyle dolu olan bir davettir.
Gilles Deleuze ve Michel Foucault, 1962 yılında Jules Vuillemin’in evinde Clermont-Ferran’ta (Roger Garaudy yerine) Deleuze’e kadro verilmesinin yollarını arıyordur. Bu tanışma, uzun yıllar sürecek bir arkadaşlığın başlangıcıydı.

Deleuze, Foucault’yu, organizasyonunu üstlendiği, Nietzsche’ye ithaf edilen Royaumont Kolokyumu’na davet etti. Birlikte, Gallimard Yayınevi’nin Nietzche kitaparlı Colli*Montari baskısının sorumluluğunu üstlendiler. Deleuze, Fark ve Tekrar  [Difference er Repetition] ile Anlamın Mantığı’nı [Logique du Sens] yayımladığında, Foucault, LeNouvel Observateur’da bu kitaplar üzerine yorumlar ve Critique’te “birgün belki de yüzyılımız Deleuze yüzyılı olacak” sözüyle ünlenen bir makale yazdı. Deleuze de, Crique’de Bilginin Arkeolojisi üzerine bir yazı yazdı. 68 Mayısı sonrası dönemde, Foucault’nun yanında yer alarak Groupe Information Prison’a (G.I.P) [Hapishane Haber Alma Grubu] katıldı. 70’lerin başlangıcında, yargı karşıtı gösterilerde bir araya geldiler. “Olağanüstü derinlikteki yeni nosyonlar ve şaşırtıcı kavramlar” içeren L’Anti-Oedipe’in 1972’de yayımlanışı, Deleuze’ü 68 sonrası dönemin en önemli düşünürlerinden biri olarak öne çıkardı.


L’Anti-Oedipe’in yayımlanışından sonra, L’Arc dergisi bir sayısını Deleuze’e ayırarak, entelektüelin yeni konumu, çalışması ve mücadeleyle olan ilişkisi üzerine ortak noktalarını belirtmeleri için iki filozofu yan yana getirdi. L’Anti-Oedipe, Gözetleme ve Cezalandırma [Surveiller et Punir] üç yıl önce yayımlanmıştı ve sonrasında kendi Oedipus (La vérité et les formes juridique)[1] versiyonunu suncak ve bu temayı ileride de birkaç defa ele alacak olan Foucalult için dikkat çekici bir çalışmaydı. 1977’de Foucault, L’Anti-Oedipe’in Amerika baskınsa, kendi son çalışmalarında da bulunan kategorilerle “Faşist-olmayan yaşama giriş” olarak sunduğu bir önsöz yazar. Deleuze de, Gözetleme ve Cezalandırma üzerine Critique’te bir yazı yazar. Ve diyalog kesilir. Foucault, Deleuze’ü bir daha hiç göremeyecektir.
Foucault’nun, Haziran 1984’te hastaya yatırıldığında, son isteklerinden biri de Deleuze’ü yeniden görmekti.

Bu notlar, Foucault-Deleuze alışverişinin son metinleridir; cevapsız kalmış bir çağrıdır. Bunlarla, iki insan arasındaki arkadaşlığın ötesinde, iki filozofun diyaloğunda beklenebilecek her şey bulunabilir.

A

Gözetleme ve Cezalandırma’nın (GC) temel tezlerinden biri, iktidar dispozitifleri ile ilgiliydi. Bu, bana üç açıdan çok önemli görünüyor:
-Kendisinde taşıdığı ve “solculuk” açısından taşıdığı önem: bütün devlet teorileri karşısında, böyle bir iktidar kavramlaştırmasını  taşıdığı derin politik yenilik.
-Michel açısından taşıdığı önem: çünkü bu kavramlaştırma, Michel’in Bilginin Arkeolojisi’nde (BA) bulunan söylemsel ile söylemsel-olmayan formasyonlar ikiliğinin ötesinde gidebilmesine ve bu iki formasyonun kendilerini parça parça (birbirlerine indirgenmeden ya da birbirlerine benzemeden vb.) nasıl dağıttıklarını ve eklemlediklerini açıklayabilmesine izin vermiştir. Bu, bunların arasındaki ayrımı saklamak değil, aralarındaki ilişkinin kavranmasıyla ilgiydi.
-kesin bir sonuca ulaşmak açısından taşıdığı önem: İktidar dispozitifleri, baskı ya da ideoloji yoluyla ilerlemiyordu. Böylece, herkesin şu ya da bu şekilde kabul etmiş olduğu bir alternatiften bir kopuş söz konusuydu. Baskı ya da ideoloji yerine, BA; bir normalleştirme ve disiplinler kavramı geliştirdi.

B

Kanımca iktidar dispozitifleri üzerine olan bu tez, çelişik olmayan fakat farklı olan iki yönelime sahiptir. Her koşulda bu dispozitifler, bir devlet aygıtına indirgenemez idiler. Fakat bir yönelime göre, bunlar bir yayılmış, heterojen çokluktan, mikro-dispozitiflerden oluşmaktaydı. Diğer yönelime göreyse, bunlar bir diyagrama, tüm toplumsal düzene içkin olan (görülmeden görme işleviyle tanımlanmış, verili çokluğa uygulanabilen panoptik gibi) bir tür soyut makineye gönderme yapmaktaydılar. Bu bakış, her ikisi de eşit öneme sahip olan iki yönelimli bir mikro-analize benziyordu; çünkü ikinci önelim Michel’in “yayma”yla tatmin olmadığını göstermekteydi.

C

Bilme İstenci’nde (Bİ) ise, GC’ye göre yeni bir adım atılır. Bakış açısıysa tümüyle aynı kalmıştır: ne baskı ne de ideoloji. Fakat kısaca özetlersek, iktidar dispozitifleri artık normalleştirmeyle yetinmezler; kuruculuğa (cinselliğin kuruculuğuna) meylederler. Bilgiyi oluşturmayla yetinmezler; hakikati (iktidarın hakikati) kurarlar. Artık her şeye karşı negatif olan “kategoriler”e (delilik, hapsetme nesnesi olan suçluluk) değil, pozitif bir kategoriye (cinsellik) göndermede bulunurlar. Bu son nokta, Quinzaine’deki mülakatta[2], 5. sayfanın başında doğrulanmıştır. Bu bağlamda, Bİ’deki analize yeni bir adım olduğu kanısındayım. Tehlike ise şu: Michel, burada “kurucu özne” analojisine geri mi dönüyor ve onsan yeni bir hakikat kavramı oluşturmuş olsa da, bu hakikat kavramını neden yeniden diriltiyor? Bunlar benim kendi sorularım değil; fakat Michel bu noktaları açıklamadıkça, bu yanlış soruların da sorulmaya devam edeceği kanaatindeyim.

D

Benim ilk sorum, ise Michel’in GC’de geliştirdiği mikro analizin doğasıyla ilgili. “Mikro” ile “makro” arasındaki fark, elbette büyüklükle ilgili, mikro-dispozitiflerin küçük gruplar üzerine olmasıyla ilgili değildi (ailenin diğer oluşumlardan daha az yayılımı yoktur). Bu ayrıca, devlete içkin olan mikro-dispozitifler de olduğu için ve Devlet aygıtının parçaları mikro-dispozitiflerin içine nüfuz ettiği için, dışsal bir düalizmle değildi. Bu iki boyutun tam bir içkinliği söz konusuydu. Öyleyse, bu iki boyutun arasındaki farkı ölçek farkı olarak mı anlayacağız? Bİ’nin bir sayfası bu yorumu açıkça tartıştırır. Fakat bu sayfa, makroya stratejik model, mikroya da taktik model olarak atıfta bulunur gibidir. Michel’in mikro-dispozitiflerinin stratejik bir boyut taşıdığını düşündüğümden dolayı (özellikle de bu dispozitiflerin ayrılamayacağı bu diyagram göz önünde bulundurulduğunda), bu durum canımı sıkmaktadır. Diğer bir yönelim de, mikroyu belirleyen “güç ilişkileri”dir. Özellikle Quinzaine’deki mülakatla karşılaştırın. Fakat ben, Michel’in henüz bu noktayı geliştirmemiş oluğunu düşünüyorum: Onun ilk güç ilişkileri kavramlaştırması, güç ilişkisi dediği şeyin, diğerleri gibi bu kavramın da yeni olması gerekir. her durumda türde bir farklılık, mikro ile makro arasında bir heterojenlik vardır. Bu ikisinin birbirlerine içkinliğini dışlamayan bir farklılık. Fakat sonuç olarak benim sorum şu olacaktır: Türdeki bu farklılık hala iktidar dispozitiflerinden bahsetmemle müsaade ediyor mu? Michel’in dediği gibi, melse Devleti minyatürleştirmek olmadığından, Devlet nosyonu mikro-analiz düzeyinde uygulanabiliri değildir. Fakat iktidar kavramı daha fazla uygulanabilir midir, bu da bütünsel bir kavramın minyatürleştirilmesi değil midir? Buradan Michel’le aramdaki temel farka geliyorum. Feliz Guattari’yle arzulayan-düzenlemelerden [assemble-agencement] bahsettiysek, bu mikro-dispozitiflerini iktidar terimiyle tarif edilebileceğinden emin olmamamdandır. Bence, arzulayan-düzenleme kavramı, arzunun asla “doğal” veya “kendiliğinden” bir belirlenim olmadığını gösterir. Örneğin feodalizm; hayvanlarla (atlar), yerküreyle, yurtsuzlaştırmayla [deteritorialisation] (şövalye savaşları, Haçlı Seferleri), kadınlarla (şövalye aşkı) vb. olan yeni ilişkileri harekete geçiren bir düzenlemedir. Tümüyle çılgınca olan bu düzenlemeler, her zaman tarihseldirler. Kendi adıma arzunun bu heterojenlikler düzenlemesinde, bu türden bir “ortakyaşarlık”ta dolaştığını söylemem gerekir: Arzun hep verili bir düzenlemeyle, birlikte işleyişle birdir. Elbette arzulayan-düzenleme iktidar dispozitiflerini (örneğin feodal iktidarlar) içinde barındıracaktır; fakat bunlar, düzenlemenin farklı bileşenleriyle ilişkili olarak konumlandırılmalıdır. Bir eksen takip edilerek, arzulayan-düzenleme içerisinde şeylerin durumları ile sözcelemeler [enunciation] ayırt edilebilir (ki bu da Michel’in taraif ettiği iki tür oluşumun farkıyla uyumludur). Diğer eksen takip edildiğinde, yurtlanmalar [territorialisation] ya da yeniden-yurtlanmalar ile bir düzenlemeyi alıp götüren yurtsuzlaştırma hareketleri (örneğin Kiliseyi, şövalyeliği ve köylüleri alıp götüren bütün hareketler) ayırt edilebilir. İktidar dispozitifleri yeniden yurtlanmaların işlediği her yerde, en soyut olanlarına bile ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, düzenlemelerin bir bileşenidir. Fakat düzenlemeler, aynı zamanda yurtsuzlaştırma uçlarını [pointes][3] içerir. Kısacası, iktidar dispozitifleri düzenlemez [motivate-agenceraient] ya da kurnaz; daha ziyade kendi boyutlarına göre iktidar oluşumları arasına arzulayan-düzenlemeler üşüşür. Michel için önemli olmayan, fakat benim için önemli olan soruyu cevaplamama izin veren budur: İktidar nasıl arzulanabilir? İlk fark şudur ki, iktidar bir arzu duygulanımıdır (arzunun asla “doğal bir gerçeklik” olmadığını söylemiştik). Bunların hepsi yaklaşıktır: Yurtsuzlaştırma ve yeniden-yurtlanma hareketleri arasındaki ilişkiler, burada anlattığımdan daha karmaşıktır. Fakat tam da bu anlamda ben, arzuyu daha öncelikli ve mikro-analizin bir öğesi olarak görüyorum.

E

Bana çık temel görülen bir meselede Michel’i takip etmeyi hep sürdürdüm: ne ideoloji ne de baskı –örneğin, sözcelerin [enonces] ya da daha ziyade sözcelemelerin ideolojiyle bir ilgisi yoktur. Arzulayan-düzenlemelerin baskı ile bir ilgisi yoktur. Fakat açıktır ki, iktidar-dispozitifleriyle ilişkili olarak Michel’in kesinliğine sahip değilim; bunların benim açımdan muğlak olmasından dolayı, müphemliğe düşüyorum: GC’de, Michel bunların normalleştirdiğini ve disipline ettiğini söyle; ben ise, bunların kodladığını ve yeniden yurtlulaştırdığını söylerdim (burada kullanılan kelimelerden daha büyük bir farkın söz konusu olduğunu zannediyorum). Fakat iktidardan ziyade arzuya verdiğim öncelik ya da iktidar dispozitiflerinin benim için ikincil olması göz önünde bulundurulduğunda, bunların işleyişlerinin hala baskıcı bir etkisi vardır; çükü bunlar, doğal olarak verili bir şey olarak arzuyu değil ama arzulayan-düzenlemelerin uçlarını ezerler. Bİ’nin en güzel tezlerinden birini alıyorum: Cinselliğin dispozitifi, cinselliği cinsiyete indirger (cinsiyet farklılığına vb.; bu tarz indirgemler psikanalizde bolca bulunur). Ben burada, tam da mikro ve makronun sınırında bir baskı etkisi görmekteyim: Tarihsel olarak değişebilen be belirlenebilen bir arzulayan-düzenleme olarak cinsellik, yurtsuzlaştırma, akış ve kombinasyon uçlarıyla, molar bir şamaya, “cinsiyet”e indirgenir; ve b indirgeme süreçleri baskıcı olmasa bile, düzenlemeler sadece potansiyelliklerinde değil mikro-gerçekliklerinde de kırıldığı ölçüde, (ideolojik olmayan) etki baskıcıdır. Bunlar, artık onları tümüyle değiştiren ya da bozan fanteziler dışında var olamazlar, ya da utanç dolu şeyler olarak var olurlar. Beni çok ilgilendiren küçük bir problem. Neden bazı “bozukluklar” utanca diğerlerinden daha duyarlıdır (örneğin, altını ıslatma ya da iştahsızlık utanca o kadar duyarlı değilken)? Böylece, belli bir baskı kavramına ihtiyaç duyuyorum; baskı kendiliğindenliği zorladığı için değil, kolektif düzenlemelerin birçok boyutu olduğu ve iktidar dispozitiflerinin bu boyutlardan sadece biri olabileceği için.

F

Diğer bir temel nokta: “Ne baskı ne ideoloji” tezinin bir bağıntısındın olduğuna, hatta belki de bu tezin kendisinin bu bağıntıya bağımlı olduğuna inanıyorum. Toplumsal bir alan, kendi çelişkileriyle tanımlanmaz. Çelişki nosyonu, iktidar dispozitiflerinde, “karşıtların” [contradictoires] (örneğin iki sınıfın, burjuvazinin ve proletaryanın) etkin bir suç ortaklığını halihazırda ima eden geniş çaplı, uygun olmayan bir nosyonudur. Ve aslında bana öyle geliyor ki, Michel’in iktiadar teorisinin bir diğer büyük yeniliği de budur: Bir toplum kendisiyle çelişmez, ya da çok zor çelişir. Fakat Michel şu cevabı verir: Toplum kendisini stratejileştirir; strateji takınır. Bunu çok güzel buluyorum, aradaki yoğun farkı (stratei/çelişki) açıkça görüyorum; bu bakış açısından Clausewitz’i yeniden okumalıyım. Fakat bu fikir beni rahat hissetirmiyor. Kendi payıma şunu söyelyebilirim: Bir toplum, bir toplumsal alan kendisiyle çelişmze; fakat öncelikli olan şey, toplumun ya da toplumsal alanın ilk önce tplumun bütün taraflarından kaçmasıdır; kaçış hatları önceldir (“öncelik” kronolojik olmasa bile). Toplumsal alanın dışında olmaktan ya da onu terk etmekten bahsetmiyorum; fakat kaçış hatları onun rizomunu, kartografisini oluştuştur. Kaçış hatları, yurtsuzlaştırmalarla bir ölçüde aynı şeydir: Doğaya bir dönüş anlamına gelmezler; arzulayan-düzenlemelerdeki uçlardır bunlar. Feodalizmde öncelikle olan şey, önceden varsayılan kaçış hatlarıdır; keza 10.-12. Yüzyıllar ve kapitalizmin oluşumu için de. Kaçış hatları zorunlu olarak “devrimci” değildir; fakat bunlar, iktidar dispozitiflerinin tıkayacağı ve donduracağı şeylerdir. 11. Yüzyılda hız kazanan bütün yurtsuzlaştırma hatları: son istilalar, yağmacı göçebeler, Kilisenin yurtsuzlaştırılması, köylü göçleri, şövalyeliğin dönüşümü, teritoryal modelleri giderek terk eden şehirlerin dönüşümü, kendisini yeni dolaşımlara sokan paranın dönüşümü, şövalye aşkını da yurtsuzlaştıran saraylı aşkı temalarıyla birlikte kadınların durumundaki değişim vb. Kaçış hatları, bunların birleşimleri, yönelimleri, kavuşmaları ve ayrılmaları bakımından, strateji ancak ikincil olabilir. burada bir kez daha arzuyu öncel görüyorum; çünkü arzu tam da kaçış hatlarındadır, akışların birleşmesinde ve ayrılmasındadır. Onlarla kaynaşır. Bana öyle geliyor ki Foucault, benim için hiç de aynı statüyü taşımayan bir problemle karşılaşıyor. Eğer iktidar dispozitifleri bir şekilde kurucuysa, bunlara karşı gelebilecek tek şey “direniş” olaylarıdır ve sorun, tam da bu direniş olaylarının statüsüyle ilgilidir. Aslında bunlar baskı karşıtı ya da ideolojik olmazlar. Bİ’nin iki sayfasının önemi buradan gelir. Michel bu sayfalarda şöyle söyler: bana bu olayların bir illüzyon olduğunu söylemeyin. Öyleyse Müchel bunlara nasıl bir statü verecektir? İşte bazı açılımlar:

- Bİ’den: Direniş olayları dispozitiflerin tersine çevrilmiş imgeleri olduğunda, bunlar dispozitiflerle aynı karakteri taşıyacaktır –yayılma, heterojenlik vb., bunlar karşılıklı olurlar; fakat bu açılım bana bir kaçış bulmakla beraber, kaçışları bloke ediyor gibi görünmektedir.

Politique Hebdo[4] mülakatındaki açılım: Eğer iktidar dispozitifleri hakikati kuruyorlarsa, eğer bir iktidar hakikati varsa, bir karşıdan -strateji olarak, iktidarlara karşı bir tür hakikat iktidarı olmalıdır. Michel için, entelektüelin rolü problemi buradan kaynaklanır. Ve de hakikati yeniden ele alış tarzı... Hakikati iktidara bağımlı hale getirerek bu kavramı tümüyle yenilediği için, Michel bu yenilemede iktidara karşı dönebilecek bir materyal bulabilir mi? Fakat burada bunun nasıl olacağını göremiyorum? Bunun için, Michel'in mikro analizi düzeyinde bu yeni hakikat kavramlaştırmasını yeniden ele almasını beklemek zorundayız.

- Üçüncü açılım, zevkler olurdu; beden ve onun zevkleri. Burada da aynı şeyi bekliyorum: Zevkler karşıdan-iktidarları nasıl diriltirler ve Michel bu zevk nosyonunu nasıl kavrıyor? Bana öyle geliyor ki, burada Michel'in tümüyle yeni bir anlamda kullandığı, fakat henüz geliştirmediği üç nosyon var: güç ilişkileri, hakikatler ve zevkler.

Bunlar, Michel'in kendi araştırması içinde önceden çözüldüğünden, Michel için belirmeyen, fakat benim için varlığını sürdüren bazı problemler. Tersinden, kendimi cesaretlendirmek için, kendime, tezleri ve taşıdığı hissiyat sayesinde Michel için beliren bazı sorunların da benim için belirmediğini telkin ediyorum. Kaçış hatlarının ve yurtsuzlaştırma hareketlerinin, kolektif tarihsel belirlenimler olarak, Michel'in çalışmalarında bir denkliğinin olmadığı izlenimine sahibim. Direniş olaylarının statüsüyle ilgili benim açımdan bir problem yok: Çünkü kaçış hatları öncel belirlenimlerdir; çünkü arzu toplumsal alanı işler kılar; kendisini hem bu düzenlemeleri tarafından üretilmiş bulan hem de bu düzenlemeleri tıkayan ya da ezen iktidar dispozitifleridir. Michel'in kendilerine marjinal diyenler karşısında duyduğu dehşeti paylaşıyorum: Delilik, suç, sapıklık, uyuşturucu romantizmi; bunlar, benim için de tahammül edilemez. Fakat bence kaçış hatları, yani arzu düzenlemeleri marjinal öğeler tarafından yaratılamaz. Tersine, marjinal öğeler, bir devreyi, bir turnuvayı, yeniden kodlamayı tamamlamak üzere, toplumu bir uçtan diğerine kat eden nesnel hatlarda, kendilerini oraya buraya yerleştirirler. Bu yüzden de, direniş olaylarının statüsü gibi bir soruya ihtiyaç duymuyorum: eğer birincil olarak bir toplum her şeyin kaçtığı, her şeyin yurtsuzlaştırdığı bir şey ise.

Bu yüzden de entelektüelin statüsü ve politik sorun, teorik olarak, benim ve Michel için aynı olmayacaktır (arada nasıl bir fark gördüğümü birazdan söylemeye çalışacağım).

G

Son görüşmemizde Michel bana, sevecenlik ve muhabbetle dolu bir şekilde, şöyle bir şey söylemişti: Arzu kelimesine dayanamıyorum; sen bunu farklı bir tarzda kullanıyor olsan da arzu=yoksunluk olduğunu ya da arzunun bastırılan olduğunu düşünmekten ya da yaşamaktan kendimi alamıyorum. Ve şunu eklemişti: Benim "zevk" dediğim şey, belki senin "arzu" dediğin şey; fakat her koşulda, benim arzudan başka bir kelimeye ihtiyacım var.

Açıktır ki, burada yine seçilen kelimelerin ötesinde bir şey var. Çünkü ben de "zevk" kelimesine pek dayanamıyorum. Peki neden? Bence, arzu bir yoksunluktan oluşmaz, ne de doğal bir verilmişliktir; o ancak işleyen heterojen öğelerin bir düzenlenmesidir; yapının ya da tekvinin aksine, arzu süreçtir; duygusallığa karşıt olarak duygudur; öznelliğe karşıt olarak vakadır [haecceity] (bir günün, bir mevsimin, bir yaşamın bireyliği); şey ya da kişiye karşıt olarak olaydır. Her şeyden öte, sadece yoğunluklar, eşikler, gradyanlar ve akışlar bölgesinin tanımladığı bir içkinlik düzleminin ya da "organsız bir bedenin" kuruluşu demektir. Bu beden, kolektif ve politik olduğu kadar biyolojiktir de; yurtsuzlaştırma düzenlemeleri kendilerini bu beden üzerinde meydana getirirler ya da yok ederler; düzenlemelerin yurtsuzlaştırmasını ya da kaçış hatlarını taşıyan bu bedendir. Değişir (feodalizmin organsız bedeni ile kapitalizminki aynı değildir). Bunu organsız beden dememizin nedeni, bunu her türlü organizasyon tabakasının karşısına, organizma tabakasının karşısına ve bir o kadar da iktidar organizasyonlarının karşısına koyabilmek içindir. İçkinlik düzlemini ya da alanını parçalayacak olan ve organsız bedeni her seferinde tabakalandırarak arzuya başka türden bir "plan" [plan] yükleyecek olan bedenlerin organizasyonları kümesidir. Bunu bu kadar karışık anlatmamın nedeni, Michel'le bağıntılı olarak benim için bazı problemlerin ortaya çıkmış olmasıdır:

Zevke pozitif bir değer veremem; çünkü zevk bence arzunun içkin sürecini kesintiye uğratır; bence zevk, tabaka ve organizasyon tarafına yakındır; arzu ise, aynı hareket içerisinde içsel olarak yasaya bağlı ve dışsal olarak zevk tarafından kesintiye uğratılmış olarak sunulur. Her iki durumda da, arzuya uygun içkinlik alanının olumsuzlanması söz konusudur. Eğer Michel, Sade'a belli bir önem atfeder ve ben de tersine Masoch'a bağlı kalırsam, kendime ortaya çıkan bu durumun tesadüfi olmadığını söyleyebilirim[5]. Benim mazoşist ve Michel'in de sadist olduğunu söylemek burada yetmez. Bu iyi olurdu, ama doğru olmaz. Masoch'ta beni ilgilendiren şey acı değil zevkin, arzunun pozitifliğini ve onun içkinlik alanının kuruluşunu bozuvermesidir (keza, ya da daha ziyade başka bir şekilde, saraylı aşkında -arzunun hiçbir şeyden yoksun olmadığı ve kendini gelip bu süreci kesintiye uğratabilecek zevklerden mümkün olduğunca koruyan bir içkinlik alanının ya da organsız bedenin kuruluşu). Bana öyle geliyor ki zevk, bir kişi ya da özne için, onları alt eden bir süreçte "kendilerini yeniden bulma"nın tek aracıdır. Zevk, yeniden yurtlulaştırmadır.Bence aynı şekilde arzu da, yoksunluk yasasıyla ve zevk normuyla ilişkilidir. Diğer yandan, Michel'in iktidar dispozitiflerinin bedenle dolaysız ve doğrudan bir ilişkisinin olduğuna dair görüşü temeldir. Fakat bence bu, iktidar-dispozitiflerinin bedenler üzerine bir organizasyon yüklediği ölçüde böyledir. Organsız beden, yurtsuzlaştırmanın yeri ya da failidir (ve arzunun içkinlik düzlemi buradadır); bütün organizasyonlar, Michel'in "biyo-iktidar" dediği bütün sistem, bedenlerin yeniden yurtlulaştırılmalarını işletir. Gerçekten böyle eşlemeler düşenebilir miyim? Benim "organsız beden-arzular" dediğim şey, Michel için "beden-zevkler" midir? Michel'in bana söylediği "beden-et" ayrımını, "organsız beden-organizasyon" ayrımıyla ilişkilendirebilir miyim? Bİ'de, direniş güçlerine olanaklı bir statü veren yaşam üzerine çok önemli bir sayfa var (s. 190). Bence bu yaşam tam da Lawrence'ın bahsettiği gibi, Doğa olmayan bir yaşam: tam da belirlenmiş bütün düzenlemeler karşısında arzunun değişken içkinlik düzlemi. Lawrence'daki arzu kavramlaştırması, kaçışın pozitif hattıyla ilişkili olarak. (Küçük bir detay: Michel'in Bİ'nin sonunda Lawrence'ı kullanış şekli, benim onu kullanış tarzımın tersidir).

H

Michel, bizi ilgilendiren problemde bir ilerleme kaydetti mi: Mikro-analizin (yayılma, heterojenlik, parçalı karakter) haklarını koruyarak, "Devlet", "parti", totalizasyon ve temsili tip olmayan birleştirici bir ilke nasıl bulunabilir?
İlk önce iktidar için: GC'deki iki yönelime geri dönersek, bir yanda mikro-dispozitiflerin yayılmış ve parçalı karakteri, diğer yanda ise bütün toplumsal alanı kaplayan makine ya da soyut diyagram. Bana öyle geliyor ki, GC'deki problem şudur: mikro-analizin bu iki aşaması arasındaki ilişki. Bİ'de bu soru biraz değişir: Burada, mikro-analizin iki yöneliminden biri mikro-disiplinler, diğeri ise biyo-politik süreçler olur (s. 183 vd.). Benim de, C başlığı altında söylemeye çalıştığım şey buydu. GC'de, kapsayıcı bir Devlet vakasına indirgenemeyecek olan diyagramın, belki de küçük-dispozitiflerin mikro-birleşimini etkilediği görüşü hakimdi. Öyleyse bundan şunu mu anlayacağız: Bunun işlemesini sağlayan şey, biyo-politik süreçlerdir. Diyagram nosyonunu çok zengin bulduğumu kabul etmeliyim: Michel bunu yeni alanda da bulacak mı? Fakat direniş hatları tarafında, ya da benim kaçış hatları dediğim tarafta ilişkileri ya da bağlamaları, kavuşmaları ve birleşme süreçlerini nasıl kavrayabiliriz? Verili bir anda düzenlemelerin oluşturduğu ve kaçış hatlarını izledikleri kolektif içkinlik alanının da gerçek bir diyagrama sahip olduğunu söylerdim. Öyleyse, bağlanma hatlarını ya da yurtsuzlaştırma uçlarını işleterek bu diyagramı etkili kılan karmaşık düzenlemeyi bulmamız gerekiyor. Ben işte bu bağlamda, Devlet aygıtından ya da askeri kurumlardan farklı olduğu kadar iktidar dispozitiflerinden de farklı olan bir savaş-makinesinden bahsediyorum. Dolayısıyla, bir yanda iktidar diyagramı olarak Devlet (organizasyon düzlemi olarak diyagramın mikro-verilenini etkin kılan düzenleme olarak savaş-makinesi). Bu noktada duracağım; çünkü burası, birbirinden oldukça farklı iki tür düzlemi, düzenlemelerin içkin düzlemine karşı bir tür aşkın organizasyon düzlemini harekete geçirebilir ve böylece, önceki problemlerle yeniden karşılaşmış oluruz. Ve burada, kendimi Michel'in mevcut araştırmasıyla bağlantılı olarak nasıl konumlandıracağımı artık bilmiyorum.

Ek: Düzlem ya da diyagramın iki karşıt durumunda beni ilgilendiren şey, bunların, çok farklı biçimler içerisinde, tarihsel karşılaşmasıdır. Bir durumda, doğa tarafından saklanan, fakat görülebilir her şeyi görünür kılan bir organizasyon ve gelişme düzlemi vardır; diğer durumda ise, artık sadece hız ve yavaşlığın, her şeyin görüldüğü ve duyulduğu vb., gelişmenin olmadığı bir içkinlik düzlemi vardır. Birinci düzlem Devletle özdeş değildir, fakat onunla bağlantılıdır; ikinci ise tersine bir savaş-makinesiyle, bir savaş-makinesi düşüyle bağlantılıdır. Örneğin Cuvier ve de Goethe, birinci tür düzlemi doğa düzeyinde kavrarlar; Hyperion'daki Hölderlin, daha çok da Kleist, İkinci türü kavrarlar. Birden, karşımızda iki tür entelektüel durur. Michel'in, entelektüelin konumuyla ilgili söyledikleriyle karşılaştırıldığında, bu bağlamda söyledikleri. Ya da müzikte, birbiriyle karşılaşan iki titreşim  dülzemi kavramlaştırması. Michel'in çözümlediği şekliyle iktidar-bilgi bağlantısı şu şekilde açıklanabilir mi: İktidarlar, birinci türden bir düzlem-diyagram gerektirirler (örneğin, Antik Yunan şehri ve Öklid geometrisi). Fakat tersinden, karşıdan-iktidar tarafında ve bir ölçüde de savaş-makineleriyle ilişkili olarak, başka türden bir düzlem, bir tür "minör" bilgiler (örneğin, Arşimet geometrisi, Devletin savaşacağı katedral geometrileri); direniş hatlarına uygun olan bütün bilgi, diğer bilgiyle aynı biçime sahip olmayan bilgi...

Gilles Deleuze, Desire and Pleasure, Fransızcasından çev. Melissa McMahon, Metnin Fransızca aslı için bkz. "Désir et plaisir", Magazine littéraire 325, Ekim 1994, pp. 59-65 (İngilizceden çeviren: Eylem Canaslan)

[1] Söylenmiş ve Yazılmışlar [Dits et écrits] no. 139, s.553. Foucault ile Deleuze arasındaki alışverişle ilgili olarak bu giriş yazısında bahsedilen diğer metinler ise, Söylenmiş ve Yazılmışlar'ın dört cildinde de bulunabilir.
[2] "Les rapports de pouvoir passent a'l'intérieur des corps" (Lucette Finans ile mülakat), La Quinzaine Littéraire, no. 247, 1-15 Ocak 1977.
[3] Bkz. Söylenmiş ve Yazılmışlar, no. 197, III, s. 288 [Uçlar, dört kenardır; matematiksel anlamdaki "nokta"dan ziyade, bir şeyin sınırı olarak anlaşılmalıdır.
[4] La fonction politique de I'intellectuel", Politique Hebdo, 29 Şubat-5 Aralık 1976, bkz. Yazılmışlar ve Söylenmişler, no. 184, III, s.109.
[5] Deleuze, Presentation de Sacher-Mosoch: la Vénus a la fourrure (Editions de Minuit, 1967).

Conatus sayı 6 (kasım-şubat)Devlet, Egemenlik ve İktidarsyf  157-164, İngilizceden Çeviren: Eylem Canaslan, Otonom Yayıncılık

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aksiyomatik Nedir? - Alberto Toscano

Aksiyomatik, Deleuze ve Guattari tarafından, Bin Yayla ’da çağdaş kapitalizmin evrensel tarih içindeki işleyişini ve genel semiyolojisini tanımlamak için kullanılan kavramdır. Bilim ve matematiksel küme teorisinden kök alan aksiyomatik, birlikte çalıştığı terimlerin tanımlarını sağlamaya ihtiyaç duymayan ama bunun yerine verilmiş bir alandaki emirler ile kısmi norm veya buyrukların (aksiyomların) eklenmesi ve çıkarılması yöntemini ifade eder. Aksiyomlar böylece doğaları belirlenmeye ihtiyaç duyulmayan öğeler ve ilişkiler üzerinde işler. Onlar, uygulanmalarının alanlarının özellik veya niteliklerine kayıtsızdırlar ve nesnelerine, tamamen işlevsellermiş gibi, tercihen asıl özlerinden niteliksel olarak farklılaşmışlar gibi muamele eder. Aksiyomlar sırayla, belirli ampirik veya maddi durumlara uygulanan teoremlere veya gerçekleşim modellerine eşlik etmektedir.  Eğer akışları (ve onların kesim ve kırılmalarını) Deleuze ve Guattari’nin transandantal mataryalizminin temel bileşeni olarak

Köksap Nedir? - Felicity J. Colman

Köksap, nesnelerin, mekânların ve insanların en farklı ve en özdeş olanları arasında meydana gelen bağıntıları tanımlar; insanları birbirine bağlayan tuhaf olay zincirleri gibi: “ayrılığın altı adımı” [1]  hissi, “daha önce de buradaydım sanki” duygusu ve bedenler düzenlemeleri. Deleuze ve Guattari’nin “köksap” [ rhizome ] kavramı, “rhizo”nun biçimleri kombine etmek anlamına gediği ve biyoloji terimi olan "rhizome"un, kendini yatay yumru-biçimli kökü boyunca yayabilen ve yeni bitkiler geliştirebilen bir bitki formunu betimlediği etimolojik anlamından çekip çıkartılır. Bu terimin Deleuze ve Guattari’deki kullanımında köksap, şebeke biçimli, ilişkisel ve çapraz bir düşünme sürecini ve bu haritanın sabit bir varlık olarak inşasını "takip etmeyen" bir var olma biçimini haritalayan bir kavramdır (D&G 1987: 12). Kökenleri ile tek tek temellerinin izini süren bedenler ile fikirlerin düzen verilmiş soyları "ağaç biçimli düşüncenin" formları görülür ve epistem

"Hüzün geriye kalandır. Biraz blues dinleyin benim için…

Sık sık ölümün bilgisine asla sahip olamayacağımızı, çünkü asla tecrübe edemeyeceğimizi hatırlatırdı Ulus. O nedenle ancak bir başkası aracılığıyla tecrübe edebiliriz ölümü, başkasının ölümüyle bilmeye çalışabiliriz. Herkes bir şeyler yitirdi Ulus'un aramızdan ayrılmasıyla. Kimi anlaşılmaz ama değerli bulduğu bir yazarı hatırladı, kimi bir özgürlük hayaletini, kimi bir güzel meleği, kimi kendini özür borçlu hissettiği bir dostunu. Bir başkasının ölümü, yitirilenin bilgisi, yitimin hatırlattıkları... Biz ise onu kaybettiğimiz gerçeğinin ağırlığı yavaş yavaş üzerimize çökerken, bırakın anlamayı, tecrübe ettiğimiz yitimi tarif etmeye çabalamaktan bile aciz hissediyoruz. Ulus bir başkası degildi bizim için, bedenimizin bir parçasıydı. Kendimizi eksilmiş, azalmış, kırılmış hissediyoruz. Yokluğu bizi suskunlaştırıyor... Suskunluğu kabullenebiliriz, sessiz kalmayı biliriz, derdimiz bu değil. Şu an sözümüz yok ama, nasıl olsa kendi geçmişimize her baktığımızda onu da göreceğiz.