Ana içeriğe atla

Bourdieu: Militan Sosyoloji ve Simgesel İktidar

Pierre Bourdieu
Bourdieu, sosyolojiye siyasi bir misyon yükler. Toplumsal dünya algısı, bu dünyada yer alan tahakküm ağının açığa çıkarılmasıyla başlar, böyle bir dünyada sosyoloğun temel görevi, tahakkümün görünümlerini ortaya sermektir. Kuşkusuz sosyolojinin bizzat kendisinin politikaya dönüşmesi, gündelik siyasal deneyimin içinde angaje olmak ile örtüşebilir. Nitekim Bourdieu’de gündelik hayatta sokakta olmuş ve tahakkümün açık ve gizli formlarına karşı (özellikle neoliberalizmin kuşatıcılığına karşı küreselleşme karşıtı hareket ağının içinde) mücadele etmiştir. Fakat Bourdieu’nün angajeliği, Sartre’da cisimleşen doğrudan angaje entelektüeller figürünün tam karşısında konumlanır. Öncelikli olarak, sosyolojinin ahlâk felsefesi ile olan teorik bağlantısını koparır. Sosyoloji, ahlâki eylemin olasılığı ile toplumsal zeminin nasıl gerçekleşebileceğini söyleyebilir, fakat eylemin ahlakiliğinin ideolojik yönelimini belirleyemez. Tahakkümün, bireylerin en derin psişik katmanlarına kadar kökleşmiş olan gizli ve açık formlarını, bilimsel olarak serimleme işi, doğası gereği fazlasıyla siyasaldır.

Verili gerçekliğin, toplum ve birey tarafından bütünüyle doğal kabul edilerek içselleştirilmesi iktidar nosyonunun geleneksel kullanımını, çekinmeden söyleyelim, geçersizleştirmese de, yetersiz kılar. Tam da bu noktada Bourdieu, sembolik iktidar kavramını tedavüle sokmaktadır. Sembolik iktidar ve simgesel şiddet, aslında Bourdieu’nün sosyolojisinin doğrudan  siyaset kuramının merkezine doğru kıvrılmasını sağlayan patikalardır. Bu kavramlar yoluyla Bourdieu, siyaset bilimine içkin olan tartışmaların merkezinde yer alan, temsil, yanlış tanıma (misrecognition), atama ve ideoloji (özellikle Marksizm ile bağıntılı yanlış bilinç kavramı) gibi konuları da farklı bir düzlemde sorunsallaştırır. Sembolik iktidar, gerçekliği kurma, yeniden üretme ve yapılandırma gücüdür. Bu tür iktidarın kullanımı sırasında toplumsal gerçeklik, yapılabilir ve bozulabilir bir malzeme haline gelir. Toplumsal dünyanın, bireylerin rızası ile meşrulaştırılmış fiziki yapısı, bireyler tarafından içselleştirilir. Böylece hem verili gerçeklik, hem de tahakküm doğallaşır. Sembolik iktidar, her ne kadar geleneksel iktidar tanımından uzak olsa da, güç kullanma tekelini elinde bulundurması açısından benzeşir. Bourdieucü evrenin ayrıksı kavramlarından biri olan simgesel şiddet, iktidar tarafından uygulanan edebi şiddetin, tahakkümün yeni formlarına koşut olarak evrimleşmiş yeni bir türünü ifade etmektedir. Şiddetin kibarlaşarak görünmez kılındığı bu yeni formu, iktidar alanını bir cazibe merkezine dönüştürerek, tahakkümün gizlenmesini olanaklı kılar.


Günümüzde Yeni SiyasalYaklaşımlar
Eğer ki, “bütün dilsel ifadeler, gizli de olsa bir iktidar edimi” iseler, simgesel şiddet öncelikli olarak dilsel uzamın topografyasında filizlenir. Her konuşma edimi sözcüklerin tarihsel tortusunu ve imlediği toplumsal-tarihsel ilişkilerin geçmişini beraberinde getirir. Ayrıca: “Sonuçta, bir iletişim edimini sadece dilbilimsel çözümlemenin sınırları içinde yorumlamak olanaksızdır. En basit dilsel alışveriş bile, özgül bir toplumsal yetkeyle donanmış konuşmacı ile onun yetkesini farklı derecelerde kabul eden muhatabı ya da dinleyenleri arasında olduğu gibi, onların ait oldukları gruplar arasında da karmaşık bir tarihsel iktidar ilişkileri ağını beraberinde getirir. Göstermeye çalıştığım şey, bu alışverişte görünmez halde de olsa var olan sürece, sözlü iletişimde yaşananların çok önemli bir bölümünün, mesajın içeriğinin bile, anlaşılmaz kaldığıdır.”

Dilin kullanımı hem simgesel iktidarın uygulamasıdır, hem de tahakkümün bütünsel yapısını gizleyen bir perdedir. Bourdieu bu noktada sömürgecilik sürecinde yerleşmeciler (sömürgeciler) ve yerliler arasındaki dilsel iletişimi örnek gösterir. Sömürgeleştirme sorasında bu iki grup arasında öncelikli olarak hangi dili kullanacakları üzerinden bir çatışma yaşanır. Sömürgeci, eşitlik kaygısından ötürü, ezilenin dilini kabullenecek midir? Bourdieu’ye göre, eğer tahakküm eden, muhatabının düzeyine inerek kendi gücünden feragat ediyorsa, aslında iktidar ilişkisini kurgusal olarak paranteze alır (simgesel inkâr) ve ondan tahakküm ilişkisini inkar ederek faydalanır. Fakat çoğunlukla tahakküm edilen, egemen olanın dilini benimsemek zorunda kalır. Buralardan açık bir örnek: Diyarbakır Lice’nin herhangi bir köyünde yaşayan Kürt kökenli bir vatandaş ile kentli-orta sınıf Türklerin konuştukları Türkçe arasında doğal ve aşılamaz farklılık vardır. Kürtler, Türkçeyi bozuk bir lehçe ile içselleştirir, fakat benimsemek zorundadır ve sonuçta bozuk Türkçeli Kürt ile düzgün Türkçeli Türk arasındaki ayrım, hem bizzat dilsel-hiyerarşik farklılığı üretir, hem de bizzat bu dilsel farklılık, iki grup arasındaki toplumsal ayrımı derinleştirir.
Bourdieu sosyolojisinde yukarıda yapılan yüzeysel gözlem; cinsiyet, eğitim, toplumsal köken vb. birçok farklı faktörün de konumsal olarak yerleştirildiği mütekabiliyet analizi ile derinlikli olarak incelenir.


Günümüzde Yeni Siyasal Yaklaşımlar (Eleştiriler - Farklılıklar - Çözüm Arayışları), syf 420-423, DoğuBatı Yayınları, Editör: Hilal Onur İnce, İlgili Kısmı Yazan: Doruk Çamlıbel

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aksiyomatik Nedir? - Alberto Toscano

Aksiyomatik, Deleuze ve Guattari tarafından, Bin Yayla ’da çağdaş kapitalizmin evrensel tarih içindeki işleyişini ve genel semiyolojisini tanımlamak için kullanılan kavramdır. Bilim ve matematiksel küme teorisinden kök alan aksiyomatik, birlikte çalıştığı terimlerin tanımlarını sağlamaya ihtiyaç duymayan ama bunun yerine verilmiş bir alandaki emirler ile kısmi norm veya buyrukların (aksiyomların) eklenmesi ve çıkarılması yöntemini ifade eder. Aksiyomlar böylece doğaları belirlenmeye ihtiyaç duyulmayan öğeler ve ilişkiler üzerinde işler. Onlar, uygulanmalarının alanlarının özellik veya niteliklerine kayıtsızdırlar ve nesnelerine, tamamen işlevsellermiş gibi, tercihen asıl özlerinden niteliksel olarak farklılaşmışlar gibi muamele eder. Aksiyomlar sırayla, belirli ampirik veya maddi durumlara uygulanan teoremlere veya gerçekleşim modellerine eşlik etmektedir.  Eğer akışları (ve onların kesim ve kırılmalarını) Deleuze ve Guattari’nin transandantal mataryalizminin temel bileşeni olarak

Köksap Nedir? - Felicity J. Colman

Köksap, nesnelerin, mekânların ve insanların en farklı ve en özdeş olanları arasında meydana gelen bağıntıları tanımlar; insanları birbirine bağlayan tuhaf olay zincirleri gibi: “ayrılığın altı adımı” [1]  hissi, “daha önce de buradaydım sanki” duygusu ve bedenler düzenlemeleri. Deleuze ve Guattari’nin “köksap” [ rhizome ] kavramı, “rhizo”nun biçimleri kombine etmek anlamına gediği ve biyoloji terimi olan "rhizome"un, kendini yatay yumru-biçimli kökü boyunca yayabilen ve yeni bitkiler geliştirebilen bir bitki formunu betimlediği etimolojik anlamından çekip çıkartılır. Bu terimin Deleuze ve Guattari’deki kullanımında köksap, şebeke biçimli, ilişkisel ve çapraz bir düşünme sürecini ve bu haritanın sabit bir varlık olarak inşasını "takip etmeyen" bir var olma biçimini haritalayan bir kavramdır (D&G 1987: 12). Kökenleri ile tek tek temellerinin izini süren bedenler ile fikirlerin düzen verilmiş soyları "ağaç biçimli düşüncenin" formları görülür ve epistem

"Hüzün geriye kalandır. Biraz blues dinleyin benim için…

Sık sık ölümün bilgisine asla sahip olamayacağımızı, çünkü asla tecrübe edemeyeceğimizi hatırlatırdı Ulus. O nedenle ancak bir başkası aracılığıyla tecrübe edebiliriz ölümü, başkasının ölümüyle bilmeye çalışabiliriz. Herkes bir şeyler yitirdi Ulus'un aramızdan ayrılmasıyla. Kimi anlaşılmaz ama değerli bulduğu bir yazarı hatırladı, kimi bir özgürlük hayaletini, kimi bir güzel meleği, kimi kendini özür borçlu hissettiği bir dostunu. Bir başkasının ölümü, yitirilenin bilgisi, yitimin hatırlattıkları... Biz ise onu kaybettiğimiz gerçeğinin ağırlığı yavaş yavaş üzerimize çökerken, bırakın anlamayı, tecrübe ettiğimiz yitimi tarif etmeye çabalamaktan bile aciz hissediyoruz. Ulus bir başkası degildi bizim için, bedenimizin bir parçasıydı. Kendimizi eksilmiş, azalmış, kırılmış hissediyoruz. Yokluğu bizi suskunlaştırıyor... Suskunluğu kabullenebiliriz, sessiz kalmayı biliriz, derdimiz bu değil. Şu an sözümüz yok ama, nasıl olsa kendi geçmişimize her baktığımızda onu da göreceğiz.