Marx'ta,
hep kendi söylediklerinden gelen, üç tür sözün biçim ve güç
aldığını görüyoruz; bunların hepsi gereklidir, ama
birbirlerinden ayrıktırlar ve birbirlerine karşıt olmaktan da
fazla bir şey: yan yana konmuşlardır. Onları bir arada tutan
uyumsuzluk öyle bir istem çoğulluğuna işaret etmektedir ki
Marx'tan beri herkes, kendini bu çoğulluğa boyun eğmiş
hissetmekten kaçınamamaktadır, kendini her şeyden kaçınmaktaymış
gibi gördüğü durumlar dışında.
1.
Bu sözlerden ilki dolaysız ama uzundur. Bu sözün içinde Marx,
"düşünce yazarı" olarak ortaya çıkmaktadır;
gelenekten çıkmış bir söz olarak, felsefi logos'tan
yararlanmakta, Hegel'den alınmış ya da alınmamış (bunun bir
önemi yok) büyük isimlerden yardım almakta ve kendini, düşünüş
unsuru içinde özümlemektedir. Bu söz, içinde bütün logos
tarihi kendini vurguladığı için uzundur; ama iki anlamda
dolaysızdır, çünkü yalnızca söyleyecek bir şeyi olmakla
kalmayıp, söylediği bir cevaptır, cevaplar biçiminde
kaydolmaktadır; biçimsel olarak nihai olan ve sanki tarih
tarafından veriliyormuşçasına kesin olarak verilen bu cevaplar,
ancak tarihte bir durma ya da kopma olduğu zaman doğruluk değeri
alabilirler. Cevap verirken -yabancılaşma, ihtiyacın önceliği,
bir maddi pratik süreç olarak tarih, bütünsel insan- cevap
verdiği soruları belirsiz ya da kararsız bırakır: Bugünün
okurunun ya da dünün okurunun, böylesi bir soru yokluğunda yer
alması gerekeni kendince farklılığıyla dile getirmesine göre
-böylelikle daha ziyade ve her zaman daha fazla içi boşaltılması
gereken bir boşluğu doldurur- Marx'ın bu sözü kâh hümanizm
olarak, kâh tarihselcilik, kâh ateizm, antihümanizm, hatta
nihilizm olarak yorumlanır.
2.
ikinci söz politiktir: Kısa ve dolaysızdır, kısa olmaktan,
dolaysız olmaktan da fazla bir şey, çünkü bütün sözleri kısa
devreye uğratmaktadır. Artık bir anlam taşımamaktadır; bir
çağrıdır, bir şiddettir, bir kopma kararıdır. Aslına
bakılırsa hiçbir şey söylememektedir, ilan ettiği şeyin
aciliyetidir, sabırsız ve hep aşırı olan bir isteme bağlıdır,
çünkü tek ölçüsü aşırılıktır: Böylelikle mücadeleye
çağırır, hatta (unutmakla fazla acele ettiğimiz bir şey)
"devrimci terör"ü ileri sürer, "sürekli devrim"i
önerir ve vadeli bir gereklik olarak değil, anındalık olarak hep
devrime işaret eder, çünkü süre tanımamak devrimin özelliğidir,
zamanı açar ve içinden geçerse hep mevcut olan bir istem olarak
kendini yaşanmaya sunar.1
3.
Üçüncü söz bilimsel söylemin dolaylı sözüdür (yani en
uzunu). Bu yönüyle Marx, bilginin diğer temsilcileri tarafından
tanınmış ve övülmüştür. Bu haliyle bilim insanıdır,
bilginin etiğine cevap verir, bütün eleştirel revizyonlara boyun
eğmeyi kabul eder. Bu, kendine de omnibus dubitandum2
özdeyişini temel alan ve "bilimi, bilimin dışında kalan
ve ona yabancı olan çıkarlarla bağdaştırmaya uğraşan insanı
'aşağılık' olarak adlandırırım," diyen Marx'tır. Bununla
birlikte Kapital, özünde yıkıcı bir eserdir. Yıkıcı olması,
bilimsel nesnelliğin yollarından geçerek devrimin gerekliliği
sonucuna yöneltilmesinden ziyade, fazla dile getirmeden, bilim
fikrini bile altüst eden bir teorik düşünme biçimini
içermesindedir. Marx'ın eserinden ne bilim ne de düşünce
dokunulmamış bir halde çıkmaktadırlar; dokunulmamışlığın en
kuvvetli anlamıyla, çünkü bu eserde bilim kendini, kendinin
radikal dönüşümü, pratikte hep işler kalan bir dönüşümün
teorisi olarak gösterir, aynı zamanda, bu pratikte teorik dönüşüm
de süreklidir.
Bu
saptamaları burada daha fazla geliştirmeyelim. Marx örneği bizim,
yazıdaki sözün, bitmek bilmeyen itirazın sözünün, sürekli
olarak çoklu biçimlerde kopması ve gelişmesi gerektiğini
anlamamıza yardım etmektedir. Komünist söz hep, aynı anda hem
sessiz hem şiddetli, hem politik hem bilgin, dolaysız ve dolaylı,
hem tam hem eksik, hem uzun hem de neredeyse anlıktır. Marx,
birbiriyle çarpışan ve birbirinden ayrılan bu dil çokluğu
içinde rahat yaşamamaktadır. Bu diller aynı sona doğru gidiyor
gibi görünseler de birbirine çevrilemez ve onları dağıtan,
birbirleriyle çağdaş olmalarını engelleyen heterojenlikleri,
mesafeleri ya da araları, bunu öylesine yaparlar ki, bu dilleri
okumaya (pratiğe) çalışanları, gözardı edilemeyecek bir
çarpıklık etkisi yaratarak, kendilerini sürekli bir elden
geçirmeye tabi kılmaya zorunlu bırakırlar.
*
"Bilim"
sözcüğü yeniden anahtar sözcük haline geliyor. Kabullenelim
bunu. Ama kendimize hatırlatalım ki bilimler varsa da henüz bilim
yoktur, çünkü bilimin bilimselliği hep ideolojiye bağımlı
kalmaktadır, hiçbir özel bilimin, hatta insan biliminin bugün
indirgeyemeyeceği bir ideolojiye; öte yandan yine kendimize
hatırlatalım ki hiçbir yazar, Marksist bile olsa, yazıya, bir
bilgiye bel bağlarmış gibi bel bağlayamaz, çünkü edebiyatın
(bütün çözülme, dönüşme biçim ve güçlerini üstlendiğinde
yazma istemi) bilim haline gelmesi, ancak bilimi de edebiyat haline
getiren hareketle olabilir; kaydedilmiş söylem, "o anlamsız
yazma oyunu"nda hep-bir zar gibi düşen şey.
Defter Dergisi'nin 17. sayısından alınmıştır.
Defter Dergisi'nin 17. sayısından alınmıştır.
1Mayıs
68'de bu belli olmuştur, hem de parıltılı bir biçimde gözler
önüne serilmiştir.
2Lat.
"Her şeyden şüphelen".
Yorumlar
Yorum Gönder