Ana içeriğe atla

Filistin Üzerine - Gilles Deleuze


Filistin sorunu öncelikle bu halkın yaşadığı ve hali hazırda yaşamakta olduğu haksızlıkların toplamıdır. Bu haksızlıklar şiddet eylemleri olduğu kadar mantıksızlıklar, hatalı akıl yürütmeler, onları haklı çıkaran yahut telafi edici olduğunu iddia eden boş garantilerdir. Arafat’ın, Sabra ve Şatila katliamı sırasında tutulmayan sözlerden, ihlâl edilen taahhütlerden konuşabilmek için sadece bir tek kelimesi kalmıştı: shame, shame [utanç, utanç].
Deniyor ki bu bir soykırım değildir. Buna rağmen başından beri Oradour’a1 çok benzeyen bir hikâye bu. Siyonist terörizm sadece İngilizlere karşı değil aynı zamanda ortadan kaybolması gereken Arap köylere karşı da uygulanıyordu: Irgoun bu açıdan son derece aktif olmuştur (Deir Yassine)2. Bir ucundan diğerine, söz konusu olan sadece Filistin halkının artık olmaması gerektiği değil fakat sanki zaten hiç olmadığıdır.
Fethedenlerin kendileri tarihin en büyük soykırımını yaşamışlardı. Siyonistler bu soykırımdan mutlak bir kötü peydahladılar. Fakat dünyanın gördüğü en büyük soykırımı mutlak kötülüğe dönüştürmek, tarihsel olmayan, dinsel ve mistik bir bakıştı. Kötülüğü durdurmuyor, tam tersine onu yayıyor, başka masumlar üzerine de taşıyordu. Yahudilerin yaşadıklarının bir kısmını diğerlerine çektirecek bir tazminat talep ediyor (atılma, gettolara yerleştirme, halk olarak ortadan kaybolma). Soykırımdan daha “soğuk(kanlı)” yöntemlerle aynı sonuca erişilmek isteniyor.
ABD ve Avrupa bu tazminatı, onarımı Yahudilere borçlu. Ve bunu, hiçbir suçu olmayan, özellikle holocauste karşısında masum, hatta bundan söz edildiğini bile duymamış bir halka ödetiyorlar. İşte tam da burada grotesk olan ve aynı zamanda şiddetli olan başlıyor. Siyonizm ve sonrasında da İsrail devleti, Filistinlilerden kendilerini hukuki olarak tanımalarını talep edecekler. Fakat İsrail devleti Filistin halkı olgusunu hiç durmadan inkâr edecekti. Hiçbir zaman Filistinlilerden değil, fakat sanki burada şans eseri yahut bir hata sonucu bulunuyorlarmış gibi Filistinli Araplardan söz edeceğiz. Ve daha sonra, kapı dışarı edilen Filistinliler sanki başka bir yerden gelmiş gibi yapacağız, Birinci Dünya Savaşı sırasında tek başlarına verdikleri direnişten söz etmeyeceğiz hiç. İsrail devletini tanımadıklarına göre onları Hitler’in soyundan gelen kimseler yapacağız. Fakat İsrail onların varlığını inkâr etme hakkını elinde tutuyor. Gitgide yayılması gereken ve Filistinlilerin davasını savunan herkesin üzerine çökecek olan kurgu burada başlıyor. Bu kurgu, İsrail’in bu bahsi, Siyonist devletin hareketlerine, koşullarına karşı çıkacak herkese antisemit yaftasını yapıştırmaya dayanıyordu. Bu operasyon kaynağını İsrail’in Filistinliler karşısındaki soğukkanlı politikasında buluyordu.
İsrail hiçbir zaman amacını saklamadı, başından itibaren istediği Filistin topraklarını boşaltmaktı. Hatta daha iyisi, sanki Filistin toprakları boşmuş ve öteden beri Siyonistler için tahsis edilmiş gibi yaptı. Söz konusu olan bir sömürgeleştirmeydi, fakat elbette 19. yüzyıl Avrupa’sındaki anlamıyla değil: ülkenin yaşayanlarını sömürmeyeceğiz, gitmelerini sağlayacağız. Kalacak olanlardan yere bağlı bir iş gücü yaratmayacak, daha çok, sanki gettolara yerleştirilmiş göçmenlermiş gibi bağsız, uçucu bir iş gücü yaratılacak. Başından itibaren, boş ya da boşaltılabilir olması koşuluyla toprakların satın alınması ortaya çıkıyor. Fiziki yok etmenin coğrafi boşaltmaya bağlı olduğu bir soykırım bu: Filistinliler de Arap olduğuna göre, hayatta kalanlar gidip diğer Araplarla karışmalı. Fiziki yok etme, paralı askerlere bırakılmış olsun olmasın, tam anlamıyla mevcut. Fakat deniyor ki, bir “son amacı” olmadığına göre bu bir soykırım değil: aslında, diğerleri gibi bir araç bu.
ABD’nin İsrail ile işbirliğinin nedeni sadece güçlü bir Siyonist lobinin varlığı değil. Elias Sanbar nasıl olup ta ABD’nin İsrail’de kendi tarihinden bir parça bulduğunu çok iyi gösteriyor: Yerlilerin yok edilmesinin burada da sadece bir kısmı doğrudan fizik olarak gerçekleşti3. Sanki, hiçbir zaman Yerliler olmadığına göre, sadece gettolarda onlardan iç göçmen yapılacak şekilde, söz konusu olan bir boş toprak yaratmaktı. Birçok açıdan Filistinliler yeni Yerlilerdir, İsrail’in Yerlileri. Marksist analiz kapitalizmin birbirini tamamlayan iki hareketini saptıyor: sürekli olarak, içinde kendi sistemini düzenleyeceği ve işleteceği sınırlar kabul ettirmek ve bu sınırları her zaman daha uzağa itmek, onları her defasında daha büyük, daha yoğun bir şekilde kendi kuruluşuna yeniden başlayabilmek için aşmak. Sınırları itelemek Amerikan kapitalizminin, Amerikan rüyasının hareketiydi ve İsrail bunu Arap toprakları üzerinde, Arapların sırtında Büyük İsrail düşü için yeniden ele alıyor.

Filistin halkı nasıl direndi ve direniyor. Nasıl, soylu bir halktan silahlı bir ulus haline geldi. Nasıl oldu da, sadece kendisini temsil etmeyen, aynı zamanda kendisinin simgesi olan yurdun dışında ve devletsiz bir organizma yarattı; büyük tarihsel bir karakter gerekiyordu, Batılı bir bakışla neredeyse Shakspeare’den çıkma bir karakter diyeceğiz ve bu Arafat oldu. Bu tarihte ilk defa değil (Fransızlar Özgür Fransa’yı düşünebilirler, fakat başında bu hareketin halkta daha az dayanağının olduğunu unutmamak kaydıyla). Ve tarihte ilk defa yaşanmayan bir diğer şey İsraillilerin bir çözüm fırsatı olduğunda bunu kasten, bilinçli bir şekilde yıkmalarıdır. Sadece Filistinlilerin haklarını değil aynı zamanda Filistinli olgusunu reddeden dini pozisyonlarında ayak diriyorlardı. Filistinlilere dışarıdan gelmiş teröristler olarak davranarak kendi terörizmlerini temize çıkartıyorlardı. Filistinliler, Avrupalıların kendi içlerinde olabildikleri gibi, Araplardan farklı, kendilerine özgü bir halktı, diğer Arap devletlerinden belirsiz bir destek bekleyebilirlerdi ve bu da, Filistin modeli onlar için tehlikeli bir hal aldığında onlara karşı dönebilir, düşmanlığa dönüşebilirdi. Filistinliler tarihin bu cehennemi çemberlerini kat ettiler: mümkün olduğu her defasında çözümlerin başarısızlığa uğrayışı, kendilerine ödetilen işbirlikleri, tutulmayan sözler.
Belki de Sabra ve Şatila katliamının nedenlerinden biri Arafat’ı devreden çıkartmaktı. Savaşçıların çekilmesine sadece ailelerinin güvenliği ABD tarafından, hatta İsrail tarafından garanti altına alınırsa rıza gösteriyordu. Katliamdan sonra “shame” kelimesinden başka bir kelime yoktu söylenecek. Eğer sonrasındaki krizin FKÖ için sonucu ya bir Arap devletine entegre olmak ya da Müslüman bir köktencilik ise, diyebiliriz ki Filistin halkı ortadan kaybolmuştur. Fakat bu öylesine koşullarda gerçekleşecekti ki tüm dünya, ABD ve hatta İsrail kaçırılan fırsatlara üzülecekti, hatta bugün mümkün olanlar için bile. İsraillilerin kibirli formülüne: “Biz diğerleri gibi bir halk değiliz”, hiç durmadan, Filistin Araştırmaları Dergisi'nin ilk sayısının da hatırlattığı gibi, Filistinlilerin çığlığı yanıt veriyordu: biz diğerleri gibi bir halkız ve sadece bu olmak istiyoruz.
İsrail, Lübnan’da bu terörist savaşı yürüterek FKÖ’yü ortadan kaldırabileceğini ve hali hazırda topraklarından atılmış Filistin halkına desteğini kesebileceğini düşünüyordu. Ve belki de başarılı oldu, kuşatılmış bir Tripoli’de, arkadaşlarının arasında Arafat’ın sadece fiziksel bir varlığı var, hepsi büyük bir yalnızlık içindeler. Fakat Filistin halkı yerine ikili bir terörizm uyandırmadan, Devlet ve din, kimliğini kaybetmeyecek; ve bu ikili bu ortadan kalkıştan faydalanmayı bilip, İsrail ile tüm barışçıl hesaplaşmayı imkânsız kılacak. İsrail Lübnan savaşından sadece moral olarak sarsılmış, ekonomik olarak düzensizleşmiş çıkmayacak, kendi tahammülsüzlüğünün tersine çevrilmiş imajında bulacak kendini. Politik bir çözüm, barışçıl bir hesaplaşma sadece bağımsız, bir devlet içinde kaybolmayacak, farklı İslamcı hareketler içinde dağılmayacak bir FKÖ ile mümkün. FKÖ’nün ortadan kalkışı, Filistin halkının hayatta kalışına kayıtsız, savaşın kör güçlerinin zaferi olacak.

Gilles Deleuze, İki Delilik Rejimi, Çeviren: Mahir Ender Keskin, Bağlam Yayınları, s. 247-252'den alınmış olup, orjinal başlığı "Yaser Arafat'ın Büyüklüğü"dür.

1İkinci Dünya Savaşı’nda katliam yapılan Fransız kasabası (ç.n.).
2Vladimir Jabotinsky tarafından kurulan aşırılıkçı hareketin askeri kanadı (aynı zamanda Likud’un da kurucusu). Menahem Begin tarafından yönetilen l’lrgoun sadece Filistinli Arap milliyetçi hareketlere karşı değil aynı zamanda İngiliz yönetimine karşı hareketleri de yönlendiriyordu, özellikle 1948’de, Kudüs’ün (Deir Yassine) dış mahallelerindeki bir köy katliamının ve Kudüs’teki İngiliz mandasının karargahı olan King David oteli saldırısının sorumlusudur.
3Palestine 1948 (Filistin 1948), l'expulsion, Paris, Les Livres de la d’Etudes Palestiniennes, 1983.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aksiyomatik Nedir? - Alberto Toscano

Aksiyomatik, Deleuze ve Guattari tarafından, Bin Yayla ’da çağdaş kapitalizmin evrensel tarih içindeki işleyişini ve genel semiyolojisini tanımlamak için kullanılan kavramdır. Bilim ve matematiksel küme teorisinden kök alan aksiyomatik, birlikte çalıştığı terimlerin tanımlarını sağlamaya ihtiyaç duymayan ama bunun yerine verilmiş bir alandaki emirler ile kısmi norm veya buyrukların (aksiyomların) eklenmesi ve çıkarılması yöntemini ifade eder. Aksiyomlar böylece doğaları belirlenmeye ihtiyaç duyulmayan öğeler ve ilişkiler üzerinde işler. Onlar, uygulanmalarının alanlarının özellik veya niteliklerine kayıtsızdırlar ve nesnelerine, tamamen işlevsellermiş gibi, tercihen asıl özlerinden niteliksel olarak farklılaşmışlar gibi muamele eder. Aksiyomlar sırayla, belirli ampirik veya maddi durumlara uygulanan teoremlere veya gerçekleşim modellerine eşlik etmektedir.  Eğer akışları (ve onların kesim ve kırılmalarını) Deleuze ve Guattari’nin transandantal mataryalizminin temel bileşeni olarak

Köksap Nedir? - Felicity J. Colman

Köksap, nesnelerin, mekânların ve insanların en farklı ve en özdeş olanları arasında meydana gelen bağıntıları tanımlar; insanları birbirine bağlayan tuhaf olay zincirleri gibi: “ayrılığın altı adımı” [1]  hissi, “daha önce de buradaydım sanki” duygusu ve bedenler düzenlemeleri. Deleuze ve Guattari’nin “köksap” [ rhizome ] kavramı, “rhizo”nun biçimleri kombine etmek anlamına gediği ve biyoloji terimi olan "rhizome"un, kendini yatay yumru-biçimli kökü boyunca yayabilen ve yeni bitkiler geliştirebilen bir bitki formunu betimlediği etimolojik anlamından çekip çıkartılır. Bu terimin Deleuze ve Guattari’deki kullanımında köksap, şebeke biçimli, ilişkisel ve çapraz bir düşünme sürecini ve bu haritanın sabit bir varlık olarak inşasını "takip etmeyen" bir var olma biçimini haritalayan bir kavramdır (D&G 1987: 12). Kökenleri ile tek tek temellerinin izini süren bedenler ile fikirlerin düzen verilmiş soyları "ağaç biçimli düşüncenin" formları görülür ve epistem

"Hüzün geriye kalandır. Biraz blues dinleyin benim için…

Sık sık ölümün bilgisine asla sahip olamayacağımızı, çünkü asla tecrübe edemeyeceğimizi hatırlatırdı Ulus. O nedenle ancak bir başkası aracılığıyla tecrübe edebiliriz ölümü, başkasının ölümüyle bilmeye çalışabiliriz. Herkes bir şeyler yitirdi Ulus'un aramızdan ayrılmasıyla. Kimi anlaşılmaz ama değerli bulduğu bir yazarı hatırladı, kimi bir özgürlük hayaletini, kimi bir güzel meleği, kimi kendini özür borçlu hissettiği bir dostunu. Bir başkasının ölümü, yitirilenin bilgisi, yitimin hatırlattıkları... Biz ise onu kaybettiğimiz gerçeğinin ağırlığı yavaş yavaş üzerimize çökerken, bırakın anlamayı, tecrübe ettiğimiz yitimi tarif etmeye çabalamaktan bile aciz hissediyoruz. Ulus bir başkası degildi bizim için, bedenimizin bir parçasıydı. Kendimizi eksilmiş, azalmış, kırılmış hissediyoruz. Yokluğu bizi suskunlaştırıyor... Suskunluğu kabullenebiliriz, sessiz kalmayı biliriz, derdimiz bu değil. Şu an sözümüz yok ama, nasıl olsa kendi geçmişimize her baktığımızda onu da göreceğiz.