Filistin sorunu öncelikle bu halkın yaşadığı ve hali hazırda
yaşamakta olduğu haksızlıkların toplamıdır. Bu haksızlıklar
şiddet eylemleri olduğu kadar mantıksızlıklar, hatalı akıl
yürütmeler, onları haklı çıkaran yahut telafi edici olduğunu
iddia eden boş garantilerdir. Arafat’ın, Sabra ve Şatila
katliamı sırasında tutulmayan sözlerden, ihlâl edilen
taahhütlerden konuşabilmek için sadece bir tek kelimesi kalmıştı:
shame, shame [utanç, utanç].
Deniyor ki bu bir soykırım değildir. Buna rağmen başından beri
Oradour’a1
çok benzeyen bir hikâye bu. Siyonist terörizm sadece İngilizlere
karşı değil aynı zamanda ortadan kaybolması gereken Arap köylere
karşı da uygulanıyordu: Irgoun bu açıdan son derece aktif
olmuştur (Deir Yassine)2.
Bir ucundan diğerine, söz konusu olan sadece Filistin halkının
artık olmaması gerektiği değil fakat sanki zaten hiç
olmadığıdır.
Fethedenlerin kendileri tarihin en büyük soykırımını
yaşamışlardı. Siyonistler bu soykırımdan mutlak bir kötü
peydahladılar. Fakat dünyanın gördüğü en büyük soykırımı
mutlak kötülüğe dönüştürmek, tarihsel olmayan, dinsel ve
mistik bir bakıştı. Kötülüğü durdurmuyor, tam tersine onu
yayıyor, başka masumlar üzerine de taşıyordu. Yahudilerin
yaşadıklarının bir kısmını diğerlerine çektirecek bir
tazminat talep ediyor (atılma, gettolara yerleştirme, halk olarak
ortadan kaybolma). Soykırımdan daha “soğuk(kanlı)”
yöntemlerle aynı sonuca erişilmek isteniyor.
ABD ve Avrupa bu tazminatı, onarımı Yahudilere borçlu. Ve bunu,
hiçbir suçu olmayan, özellikle holocauste karşısında
masum, hatta bundan söz edildiğini bile duymamış bir halka
ödetiyorlar. İşte tam da burada grotesk olan ve aynı zamanda
şiddetli olan başlıyor. Siyonizm ve sonrasında da İsrail
devleti, Filistinlilerden kendilerini hukuki olarak tanımalarını
talep edecekler. Fakat İsrail devleti Filistin halkı olgusunu hiç
durmadan inkâr edecekti. Hiçbir zaman Filistinlilerden değil,
fakat sanki burada şans eseri yahut bir hata sonucu bulunuyorlarmış
gibi Filistinli Araplardan söz edeceğiz. Ve daha sonra, kapı
dışarı edilen Filistinliler sanki başka bir yerden gelmiş gibi
yapacağız, Birinci Dünya Savaşı sırasında tek başlarına
verdikleri direnişten söz etmeyeceğiz hiç. İsrail devletini
tanımadıklarına göre onları Hitler’in soyundan gelen kimseler
yapacağız. Fakat İsrail onların varlığını inkâr etme hakkını
elinde tutuyor. Gitgide yayılması gereken ve Filistinlilerin
davasını savunan herkesin üzerine çökecek olan kurgu burada
başlıyor. Bu kurgu, İsrail’in bu bahsi, Siyonist devletin
hareketlerine, koşullarına karşı çıkacak herkese antisemit
yaftasını yapıştırmaya dayanıyordu. Bu operasyon kaynağını
İsrail’in Filistinliler karşısındaki soğukkanlı politikasında
buluyordu.
İsrail hiçbir zaman amacını saklamadı, başından itibaren
istediği Filistin topraklarını boşaltmaktı. Hatta daha iyisi,
sanki Filistin toprakları boşmuş ve öteden beri Siyonistler için
tahsis edilmiş gibi yaptı. Söz konusu olan bir sömürgeleştirmeydi,
fakat elbette 19. yüzyıl Avrupa’sındaki anlamıyla değil:
ülkenin yaşayanlarını sömürmeyeceğiz, gitmelerini
sağlayacağız. Kalacak olanlardan yere bağlı bir iş gücü
yaratmayacak, daha çok, sanki gettolara yerleştirilmiş
göçmenlermiş gibi bağsız, uçucu bir iş gücü yaratılacak.
Başından itibaren, boş ya da boşaltılabilir olması koşuluyla
toprakların satın alınması ortaya çıkıyor. Fiziki yok etmenin
coğrafi boşaltmaya bağlı olduğu bir soykırım bu: Filistinliler
de Arap olduğuna göre, hayatta kalanlar gidip diğer Araplarla
karışmalı. Fiziki yok etme, paralı askerlere bırakılmış olsun
olmasın, tam anlamıyla mevcut. Fakat deniyor ki, bir “son amacı”
olmadığına göre bu bir soykırım değil: aslında, diğerleri
gibi bir araç bu.
ABD’nin İsrail ile işbirliğinin nedeni sadece güçlü bir
Siyonist lobinin varlığı değil. Elias Sanbar nasıl olup ta
ABD’nin İsrail’de kendi tarihinden bir parça bulduğunu çok
iyi gösteriyor: Yerlilerin yok edilmesinin burada da sadece bir
kısmı doğrudan fizik olarak gerçekleşti3.
Sanki, hiçbir zaman Yerliler olmadığına göre, sadece gettolarda
onlardan iç göçmen yapılacak şekilde, söz konusu olan bir boş
toprak yaratmaktı. Birçok açıdan Filistinliler yeni Yerlilerdir,
İsrail’in Yerlileri. Marksist analiz kapitalizmin birbirini
tamamlayan iki hareketini saptıyor: sürekli olarak, içinde kendi
sistemini düzenleyeceği ve işleteceği sınırlar kabul ettirmek
ve bu sınırları her zaman daha uzağa itmek, onları her defasında
daha büyük, daha yoğun bir şekilde kendi kuruluşuna yeniden
başlayabilmek için aşmak. Sınırları itelemek Amerikan
kapitalizminin, Amerikan rüyasının hareketiydi ve İsrail bunu
Arap toprakları üzerinde, Arapların sırtında Büyük İsrail
düşü için yeniden ele alıyor.
Filistin halkı nasıl direndi ve direniyor. Nasıl, soylu bir
halktan silahlı bir ulus haline geldi. Nasıl oldu da, sadece
kendisini temsil etmeyen, aynı zamanda kendisinin simgesi olan
yurdun dışında ve devletsiz bir organizma yarattı; büyük
tarihsel bir karakter gerekiyordu, Batılı bir bakışla neredeyse
Shakspeare’den çıkma bir karakter diyeceğiz ve bu Arafat oldu.
Bu tarihte ilk defa değil (Fransızlar Özgür Fransa’yı
düşünebilirler, fakat başında bu hareketin halkta daha az
dayanağının olduğunu unutmamak kaydıyla). Ve tarihte ilk defa
yaşanmayan bir diğer şey İsraillilerin bir çözüm fırsatı
olduğunda bunu kasten, bilinçli bir şekilde yıkmalarıdır.
Sadece Filistinlilerin haklarını değil aynı zamanda Filistinli
olgusunu reddeden dini pozisyonlarında ayak diriyorlardı.
Filistinlilere dışarıdan gelmiş teröristler olarak davranarak
kendi terörizmlerini temize çıkartıyorlardı. Filistinliler,
Avrupalıların kendi içlerinde olabildikleri gibi, Araplardan
farklı, kendilerine özgü bir halktı, diğer Arap devletlerinden
belirsiz bir destek bekleyebilirlerdi ve bu da, Filistin modeli onlar
için tehlikeli bir hal aldığında onlara karşı dönebilir,
düşmanlığa dönüşebilirdi. Filistinliler tarihin bu cehennemi
çemberlerini kat ettiler: mümkün olduğu her defasında çözümlerin
başarısızlığa uğrayışı, kendilerine ödetilen işbirlikleri,
tutulmayan sözler.
Belki de Sabra ve Şatila katliamının nedenlerinden biri Arafat’ı
devreden çıkartmaktı. Savaşçıların çekilmesine sadece
ailelerinin güvenliği ABD tarafından, hatta İsrail tarafından
garanti altına alınırsa rıza gösteriyordu. Katliamdan sonra
“shame” kelimesinden başka bir kelime yoktu söylenecek.
Eğer sonrasındaki krizin FKÖ için sonucu ya bir Arap devletine
entegre olmak ya da Müslüman bir köktencilik ise, diyebiliriz ki
Filistin halkı ortadan kaybolmuştur. Fakat bu öylesine koşullarda
gerçekleşecekti ki tüm dünya, ABD ve hatta İsrail kaçırılan
fırsatlara üzülecekti, hatta bugün mümkün olanlar için bile.
İsraillilerin kibirli formülüne: “Biz diğerleri gibi bir halk
değiliz”, hiç durmadan, Filistin Araştırmaları Dergisi'nin
ilk sayısının da hatırlattığı gibi, Filistinlilerin çığlığı
yanıt veriyordu: biz diğerleri gibi bir halkız ve sadece bu olmak
istiyoruz.
İsrail, Lübnan’da bu terörist savaşı yürüterek FKÖ’yü
ortadan kaldırabileceğini ve hali hazırda topraklarından atılmış
Filistin halkına desteğini kesebileceğini düşünüyordu. Ve
belki de başarılı oldu, kuşatılmış bir Tripoli’de,
arkadaşlarının arasında Arafat’ın sadece fiziksel bir varlığı
var, hepsi büyük bir yalnızlık içindeler. Fakat Filistin halkı
yerine ikili bir terörizm uyandırmadan, Devlet ve din, kimliğini
kaybetmeyecek; ve bu ikili bu ortadan kalkıştan faydalanmayı
bilip, İsrail ile tüm barışçıl hesaplaşmayı imkânsız
kılacak. İsrail Lübnan savaşından sadece moral olarak sarsılmış,
ekonomik olarak düzensizleşmiş çıkmayacak, kendi
tahammülsüzlüğünün tersine çevrilmiş imajında bulacak
kendini. Politik bir çözüm, barışçıl bir hesaplaşma sadece
bağımsız, bir devlet içinde kaybolmayacak, farklı İslamcı
hareketler içinde dağılmayacak bir FKÖ ile mümkün. FKÖ’nün
ortadan kalkışı, Filistin halkının hayatta kalışına kayıtsız,
savaşın kör güçlerinin zaferi olacak.
Gilles Deleuze, İki Delilik Rejimi, Çeviren: Mahir Ender Keskin, Bağlam Yayınları, s. 247-252'den alınmış olup, orjinal başlığı "Yaser Arafat'ın Büyüklüğü"dür.
1İkinci
Dünya Savaşı’nda katliam yapılan Fransız kasabası (ç.n.).
2Vladimir
Jabotinsky tarafından kurulan aşırılıkçı hareketin askeri
kanadı (aynı zamanda Likud’un da kurucusu). Menahem Begin
tarafından yönetilen l’lrgoun sadece Filistinli Arap milliyetçi
hareketlere karşı değil aynı zamanda İngiliz yönetimine karşı
hareketleri de yönlendiriyordu, özellikle 1948’de, Kudüs’ün
(Deir Yassine) dış mahallelerindeki bir köy katliamının ve
Kudüs’teki İngiliz mandasının karargahı olan King David oteli
saldırısının sorumlusudur.
3Palestine
1948 (Filistin 1948), l'expulsion, Paris, Les Livres de la
d’Etudes Palestiniennes, 1983.
Yorumlar
Yorum Gönder